Jump to content
Son zamanlarda artan kullanıcı hesap hırsızlıkları sebebiyle tüm kullanıcılara şifre sıfırlama maili gönderilmiştir. Lütfen güveli şifreler seçiniz. Mevcut e-mail adresinize erişemiyorsanız, en aşağıdaki destek linkinden bize ulaşınız. ×

Kısa Hikayeler


ugur4721
 Share

Recommended Posts

Doktor & Araba Tamircisi:

 

Dünyanın en ünlü kalp doktoru Michael
De Bakey'ın arabası bozulmuş,
arabasını tamire götürmüş. Tamirci
arabasının kaputunu açmış ve
Dr. Michael DeBakey'e dönerek:
- Size birşey soracağım, neredeyse ben ve siz
aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina
ile kaputu açacağım bir bakışta problemin
nerede olduğunu anlayacağım, kapakçıkları
temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor
yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise
motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım!
Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon
dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe
kurşun atıyorum?
Bunun üzerine Dr. DeBakey tamircinin
kulağına eğilmiş ve şöyle demiş:
- Bunların hepsini Araba çalışıyorken Yapmayı denesene

Edited by ugur4721
  • Like 5
Link to comment
Share on other sites

Ayağı Çivili Kertenkele:

 

Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir:

Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.

Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle... Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...

''Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine,
sevmek ve sevilmek için çareler arayın.''

  • Like 4
Link to comment
Share on other sites

Kurabiye Hırsızı:

 

Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, Daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına.
Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer.

Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de Yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde Aralarında duran paketten birer birer kurabiye Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de.

Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken,
Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı"yavaş yavaş Tüketirken kurabiyelerini.
Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini.
Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini!"

Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini.
Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca
"Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine.
Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle
Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye.
Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına.

Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve
"Aman Allahım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam,
Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!"
Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında,

Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla.
Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına,
Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na.
Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna,
Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına.

Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla.
Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye!
Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer;
Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!"
Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle,
Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte.

  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş:

Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.

Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.

Sizlerden isteğim şudur:

Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır...

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Garip bir fırıncı vardı. Kendisine sahte paralar verseler de parayı alır, paranın sahte olduğunu anladığı halde söylenmez, istediği ekmeği verirdi.

Etrafındakiler onun bu hâlini bilir, şaşırırlardı. Kimse onun neden böyle yaptığını anlamazdı..

Nihayet ölüm vakti gelip çatınca fırıncı ellerini yüce dergâha açtı ve şöyle yalvardı: 

“Ey Allahım, biliyorsun ki yıllarca insanlar bana sahte dirhem getirdi ve ben bunu onların yüzüne vurmayıp istediklerini verdim. 
Şimdi ben de Senin huzuruna sahte taâtlerle geliyorum, ne olur onları yüzüme vurma.

  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

Köprü

 

Adamın biri
California'da bir kumsalda
yürürken ayağı eski bir lambaya
takılmış, adam lambayı kumlarn
içinden çıkarmış, ovalamış lambayı,
harbi harbi cin çıkmış. Adam çok
şaşırmış, cin başlamış konuşmaya
- "Tamam, tamam. Beni lambadan
kurtardin vs vs vs... Bu, bu ay
içinde dördüncü çıkarılışım ve bu
işten sıkılmaya başladım, bu
yüzden 3 dileği unut. Sadece 1
dilek hakkın var!"
Adam oturmuş ve bir süre
düşünmüş ve
- "Her zaman Hawaii'ye gitmek
istedim ama uçaktan korkarım ve
deniz beni çok kötü tutar. Benim
için Hawaii'ye bir köprü yap,
böylece arabayla oraya
gidebileyim"
demiş. Cin gülmüş ve:
- "Bu imkansız. Bu işin lojistiğini
düşün! Köprünün ayakları nasıl
Pasifik'in dibine ulaşabilir? Ne
kadar beton gerektiğini, ne kadar
çelik gerektiğini düşün! Hayır,
başka bir dilek düşün"
demiş, Adam:
- "Tamam"
demiş ve güzel bir dilek
düşünmeye başlamış. En sonunda,
- "Dört kere evlendim ve
boşandım. Bütün karılarım her
zaman duyarsız olduğumu ve
onunla ilgilenmediğimi söylerdi.
Bu yüzden, kadınları anlayabilmeyi
diliyorum. Nasıl hissettiklerini ve
neden ağladıklarını, bir şey
söylemedikleri zaman gerçekten
ne istediklerini, onları nasıl
gerçekten mutlu edebileceğimi
bilmek istiyorum..."
Cin:
- "Köprü iki şeritli mi olsun dört
şeritli mi?"

  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

Yaşlı çift evliliklerinin kırkıncı yıl dönümünde paraya kıymışlar, Avusturalya''da tatil yapmaya karar vermişlerdi.

Uçağın penceresinden saatlerdir okyanusu seyrediyorlardı.
Sessizliği pilotun anonsu bozdu:

"Sayın yolcularımız! Korkarım size kötü bir haberim var. Motorlarımızdan biri sustu, diğeri de susmak üzere. Acil iniş yapmak zorundayız."

"Neyse ki altımızda haritada görülmeyen bir ada var ve sahiline inmeye çalışacağız."

"Bunu başarabilirsek tek sorunumuz bizi bulabilmeleri için dua etmek olacak."

Uçak minik adanın kumsalına başarılı bir iniş yaptı, kimsenin burnu kanamadı.

Uzun bir rahatlama sessizliğinden sonra adam karısının ellerini tuttu, gözlerine endişeyle baktı;

"Mona, bu ayki kredi kartı borcunu ödemiş miydin?"

"Hayır sevgilim, unutmuşum. Kızdın mı?"

Adam endişeyle yine sordu:

"Araba kredisinin taksitini ödemiş miydin?"

"Özür dilerim canım, onu da ödememiştim."

Yaşlı adam karısının ellerini bıraktı ve kırk yıldır yapmadığı şekilde ona sıkı sıkıya sarıldı.

"Aferin"

Karısı şaşkın, korkarak sordu. "İyi misin tatlım?"

"Hiç olmadığım kadar. Çünkü hiç kimse bulmasa da , bankacılar bizi kesin bulur!"

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Bir gün akıl hastanesinde deliler Namaza başlamış,
doktorlar şaşırmış.
Delilerle alay etmek için fırsat arayan müdür delileri
dışarı çıkarıp
-Sizi Hacı yapacağım. Demiş.
Deliler sevinmiş. Müdür delileri binanın etrafında dönmelerini ve
bunun çok sevap olacağını tavaf etmiş olacaklarını
söylemiş.
Hepsi dönmeye başlamışlar.
Aradan birkaç saat geçince müdür masasında
oturmuş çayını içerken birden pencereden içeri taşlar yağmaya başlamış.
Kafa kırık, göz patlak bir halde çıkıp bağırmış
müdür:
-Ne Yapıyorsunuz sizzz?
Delilerden gelen cevap
"Tavafımız bitti şimdi şeytan taşlıyoruz 

  • Like 4
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Yaşlı Zeki Adam

 

Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.

Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir.

Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve, "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 lira vereceğim" der.

Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der, "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 kuruş verebilirim."

Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.

"Bakın" der, "Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 kuruş verebilirim, tamam mı?"

"Olanaksız bayım" der içlerinden biri, "Günde 25 kuruş için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz."

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

HELAL PARA

Gencin birisi Kabede hep,
- "Ey doğruların yardımcısı olan Allahım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allahım, 
sana hamdü sena ederim," diye...dua edermiş.
Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi:
- "Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka birşey bilmiyor musun?," der.
O da anlatır:

Yedi sekiz sene önce yine Kabede iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses:
- "Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın" diyordu. Hayır dedim kendi kendime. 
Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi
- "Şöyle bir torba bulan var mı?" diye bağırıyordu. Çağırdım onu.
- "Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?" diye sordum. Torbayı tarif etti ve "İçinde bin altın vardı" dedi.
- "Torban burada." diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. 
Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim,
- "Bu köle için ne istiyorsunuz?" dedim. "Otuz altın dediler". Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. 
Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. 
Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,
- "Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. 
Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma." dedi. O kişiler yanıma geldi.
- "Bu esiri bize satar mısın?" dediler. "Satarım." dedim. "Altmış altın verelim." dediler. Ben de "Olmaz." dedim.
- "Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz" dediler.
- "Öyleyse gidin pazardan alın." dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. 
Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuzbin altın ile işyerleri açtım. 
Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım,
- "Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim." dediler.
- Ben de "Olur." dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. 
Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, "Bu nedir?" dedim.

- "İçinde 970 altın var. Babam Kabe'de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. 
Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi" diye anlattı.

Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. 
Şimdi helal yoldan yine bana geldi.

Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim.

  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

Uçak Yolcusu

Bu olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiştir.

 

 

"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.

Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

"Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

"Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

  ADALET
 
          İstanbul\"un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkümleri serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi. 
 
 Durum Hazreti Fatih\"e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih\"e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti: 
 
 
- Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz. 
 
 Hazreti Fatih\"in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa\"da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar: 
 
 Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş. 
 
Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş: 
 
- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş. 
 
Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler. 
 
 Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik\"e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar: 
 
 Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister; 
 
- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. 
 
 Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler: 
 
- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar. 
 
 Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir. 
 
 Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul\"a Hazreti Fatih\"in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler: 
 
- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. (1)
 
 
 Kaynak: 
 1) Büyük Dini Hkayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi 
  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

 Aradaki Fark
Hazret-i Ömer \"r.a.\" anlatıyor:
- Bir gün Resûl-i ekrem \"sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem\" bize, askeri donatmak için, sadaka getirin diye, emr etdiler. Benim malımın çok olduğu bir zemân idi. Gönlümden geçdi ki, her zemânda, kardeşim Ebû Bekr \"radıyallahü teâlâ anh\" sadaka husûsunda hepimizden fazla sadaka verirdi. Ammâ bu def\"a ben ondan fazla vereyim diye, malımın yarısını götürdüm.
 Resûlullah \"sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem\" buyurdular ki,
 - Yâ Ömer! Ev halkına ne alıkoydun.
 
Dedim ki,
- Yâ Resûlallah! Yarısını alıkoydum. Bu sırada Ebû Bekr \"radıyallahü anh\" cümle malını getirip, koydu. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ buyurdu ki,
 - Yâ Ebâ Bekr!Ev halkına ne alıkoydun?
  Ebû Bekr,
- Yâ Resûlallah! Ehlime Allahü teâlâyı ve Resûlünü alıkoydum, deyince,
- İkinizin arasındaki fark, cevâbınız arasında olan fark gibidir, buyurdular.
 Ondan sonra, Ebû Bekr-i Sıddîkın her bir işde, önüne geçme ümmidimi kesdim.
 
 Kaynak:
 Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin 
  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

 BİR KESE ALTIN
 
Süfyân-ı Sevrî hazretleri son anlarını yaşıyordu. Yastığının altından bir kese çıkardı. İçinde altınlar vardı. Yanındaki dostlarına, \"Bunu sadâka olarak dağıtın\" buyurdu.
Dostları bu hâli hayretle karşıladılar ve:\"Allah Allah!Süfyân-ı Sevrî dünya malına ehemmiyet vermez, yanında dünyalık bulundurmazdı. Bu kadar parayı saklamanın sebebi ne ola ki?\"diye birbirlerine sordular.
 
Süfyân-ı Sevrî hazretleri onların şaşkınlığını görünce, durumu şöyle izah etti:
\"Bu para ile, ben, dinimi korudum. Şeytanımı ve nefsimi susturdum. Nefis ve şeytan ne zaman bana,\"Giyecek bir şeyin yok. Bunlar için dünyaya çalış, dünyalık kazan diye vesvese vermeye çalışsalar onlara bu altınları gösterir, başımdan kovardım, Bu altınları onlara karşı silah olarak kullanırdım.\"
 
 Altınlar dağıtıldıktan sonra, Süfyân-ı Sevrî hazretleri de vefat etti. 
         
      Alıntı: Fazilet Takvimi 1997 
Edited by yineben
  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

İNSANLARIN AYIP YERLERİ AÇILIRSA...

İsa Peygamber bir gün, havarilerine: 
“Uykuda olan bir kardeşinizin görülmemesi gereken ayıp yerlerini rüzgarın açtığını görseniz ne yaparsınız?” diye sordu. 
Havariler, tereddüt bile etmeden: “Hemen örter, üstünü kapatırız,” dediler.
İsa Peygamber bu cevaba itiraz etti: “Hayır, siz belki iyice açar, ayıpları apaçık ortaya çıkarırsınız.” 
Havariler: “Hiç böyle şey olur mu? Kim yapar bu ahlaksızlığı,” dediler. 
İsa Peygamber’in cevabı düşündürücüydü: “Sizden biriniz din kardeşi hakkında bir söz duyduğunda veya onun bir kusurunu gördüğünde, bu gördüklerine ve duyduklarına biraz daha kusur ekleyip söylemiyor mu? 
İşte bu, uyuyan adamın açılmış olan ayıp yerini biraz daha açmaktan farksızdır. Ve siz bunu hep yapıyorsunuz.”

  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

4 EVLİ ERKEK BALIĞA ÇIKAR 

1. erkek:
-balığa çıkabilmek için karıma geçen hafta bütün evi badana yapma sözü verdim der

2. erkek:
-o da bi şey mi ya ben karıma evdeki bütün elektronik eşyaları yenileme sözü verdim der

3. erkek:
-siz gene iyisiniz ben karıma yeni araba sözü verdim der

hepsi şaşırır döner 4. erkeğe sorarlar

-ne o sen karına söz vermedinmi yoksa sesin çıkmıyo

4. erkek:
- yooo ben hiçbirşeye söz vermedim saati sabah 5.30 a kurdum, çalınca karımın kulağına şunları fısıldadım 'karıcım benimle annemlere mi gelirsin yoksa balığa mı çıkayım' dedim karımın cevabı kesin ve netti...

- Sıkı giyin üşütürsün 

  • Like 2
Link to comment
Share on other sites

Hem güldürüyor hem düşündürüyor .
AL SANA ORJİNAL İSİM..!

Adam gelmiş;

Hocam benim bir çocuğum oldu, bir isim tavsiye eder misin dedi.

Allah salihlerden etsin, adı Muhammed olsun dedim.

Yok hocam, başka..?

Ahmed olsun.

Olmaz hocam, şöyle orjinal bir şey olsun.

Nasıl orjinal..?

Kuran'da geçsin, ama kimsede olmasın.

O zaman, Firavun olsun.

Bu isim, hem Kuran'da geçer.

Hem kimsede yok.

Hem de çok orjinal..!
  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Yaşlı fakir kadın oldukça dini bütün bir insandı. Her sabah kapısının önüne çıkar ve yüksek sesle dua ederdi:

“Allah seni unuttu zavallım, unuttu!” B u her sabah böylece devam edip giderdi. Yaşlı kadın duasından, komşusu da onu terslemekten vazgeçmezdi.

Ertesi sabah teyze kapıyı açıp da yiyecekleri görünce çok şaşırdı ve sevinçle bağırdı:

Bunun üzerine, ağacın arkasından onu seyreden komşusu seslendi:

Ancak yaşlı teyze hiç istifini bozmadı:

“Yüce Allah’ ı m sana ne kadar şükretsem azdır! Hem bu yiyecekleri göndermişsin, hem de parasını seni unutup gaflete dalan bir kuluna ödetmişsin!”

Edited by yineben
Link to comment
Share on other sites

Ressam Ustası

 

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.

Ranga Guru ise;

- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabi. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.

Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış.

Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.

Ranga Guru ise;

Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün.

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.

Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.

Link to comment
Share on other sites

Patlayan Lastik

 

Adamın birisinin, arabasının lastiği tam tımarhanenin önünde patlar.
Adam arabayı kenara zor yanaştırır.
Sonraki işlem malum.. Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılır gibi değil, bijonlar görünmüyor bile.
Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.

Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
- Ula salak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
- Sorma birader, lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
- Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar.
Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
- Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir..

- Biz burada delilikten yatıyoruz kardeşim, salaklıktan değil ! . .

Link to comment
Share on other sites

Simit Tablası

 

Ünlü Basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte Eminönü’nde geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, derken Yeni Camii'nin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı.. Sonra simitçiye yaklaştı :
- Simidin kaça koç ?
+ 300 Bin abi. Çıtır çıtır..
- Tezgahta kaç simit var ?
+ 70-80 tane var herhalde.
- Hepsini alsam ne tutar ?
+ Hemen hemen 24 milyon.
- Al sana 30 milyon, farz et ki hepsini aldım.
+ Sağ ol abi.. Sağ ol..
Basketbolcu üç onluk çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki eşi yaklaşıp fısıldadı.
- Hidayet sen deli misin ?
+ Yoo..
- Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?
+ Boş ver, sorma.
- Diyelim ki soruyorum, hem de ısrarla soruyorum.
+ Öyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
+ Tablanın kenarı dikkatini çekti mi ?
- Hayır.
+ Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim ?
+ Hidayet !
- Yoksa ?
+ Evet.. O tezgah eskiden benimdi.

Edited by ugur4721
  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Share

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...