Jump to content

Anadolu'dan Ege'ye Keçenin Çileli Yazgısı...


ysncn_

Recommended Posts

Anadolu'dan Ege'ye Keçenin Çileli Yazgısı...

Türkan Doğan

Ege'nin İzmir iline bağlı ve İzmir'in 80 km. uzağındaki bir ilçedir Tire. Ege'de en bereketli ova olarak geçen Menderes Ovası'nın üzerine kurulmuş, Aydın Dağları'nın eteklerindeki bu şirin ilçe, köklü kültürel yeşillikler diyarıdır aynı zamanda.

Tarih boyu birçok uygarlığa ev sahipliği etmiş Tire. Roma döneminde Teira olarak anılmış. Kale veya korunaklı alan anlamına gelen bu isimle.... Anadolu'ya yerleşen Türk beylikleri döneminde ise önce Sire sonrasında da Tire olmuş adı. Köklü uygarlıklar yaşamış, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda diğer Ege şehirleri gibi işgale de uğramış. 4 Eylül 1922'de tekrar özgürlüğüne kavuşmuş. Tire'nin müzelerinde, Roma döneminden heykeller, lahit, mermer Hermaphrodite, Kybele kabartması, aslan heykelleri, gözyaşı şişeleri, cam ve seramik, madeni ahşap yapıtlar, yazıtlı mezar ve çeşme taşları vb. tarihsel yapıtların koleksiyonları sergilenirken; bu küçük şirin ilçenin her dönem zanaat ve zanaatçısı var olmuş. Pek çok halkı ve kültürü bünyesinde barındıran Tire'nin esnafı eski köklü zanaatları yıllarca hayatta tutmaya çalışmış.

Ülkemizde kültürümüzün önemli parçaları olan geleneksel el sanatlarımızın büyük bir bölümü bugün tarihe karışmış durumda. Geri kalanı da unutulmak tehlikesiyle karşı karşıyadır maalesef. Keçe yapımcılığı da Tire pazarını ülke genelinde tanıtan bir zanaat olmuş. Keçe, dokumacılık tarihinden de eskiye uzanan, asırlar öncesine dayanan köklü geçmişe sahip eski bir el sanatıdır. Ancak kesin bir tarih verilebilmesi için eldeki bulgular yeterli değildir. Boğazköy ve Yazılıkaya kabartmalarında görülen Hititler'in giydiği başlıkların keçeden yapılmış olduğu araştırmacılar tarafından yaygın bir görüştür. Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılardan ele geçen insan biçiminde kesilmiş keçe parçaları ve Pazırık'ta bulunan, üzerine ablika tekniği ile bezemeler yapılmış keçe parçaları, keçenin çok eski çağlardan beri Türkler arasında kullanıldığının göstergesi olmuş. Orta Asya'daki çeşitli kurganlardan ele geçen keçeden çorap ve çizmeler, özellikle üzerine yün ipliklerle aplike edilmiş griffon ve düşsel yaratık motifleriyle dikkati çekmektedir. Orta Asya'da göçebe bir yaşam süren Türk halkının çadırlarının üzerleri de çeşitli biçimlerde bezeli keçedendi. Göktürklerde olduğu gibi Hazarlar'da da çadır sanatı çok gelişmiştir. Bazı keçe çadırlarının içi değerli kumaşlarla bezeniyor ve yaygı olarakta keçe kullanılıyordu. Kara Kırgız'larda keçenin döşeme yaygısı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca Kırgızlar, keçeleri birleştirerek, adına "Otağ" denilen çok büyük çadırlar yapıyordu. Keçecilik, Selçuklular'da da çok gelişmiş bir el sanatıdır. O dönemlerde özellikle Konya, keçeciliğin önemli bir merkezi olarak bilinir. Şimdi Konya'da da sayıları gittikçe azalan keçeciler tarafından geleneksel keçe yapımı sürdürülüyor.

Halkımız keçeciliği asırlar ötesinden günümüze taşımış, hayatıyla bütünleşmiş yünlerin ömrü dövülmüş de dövülmüş. Yaygısıyla, keçe benzetmeleriyle hayatın içinde, hep bir yerlerinde varlığını korumuş. Hafif hafif yağan yağmura "keçe delen" denmiş belli bölgelerde. "Keçe gibi" sözü de kirden, terden yapış yapış olmuş saç için söylenmiş. Birini aldatıp kandırmaya denilmiş "keçe külah etmek" sözü. "Keçeden minare" olamayacağı için olsa gerek, gerçek dışı, sahte işlerde bu benzetme kullanılır olmuş. Bozulan işleri ustalıkla yoluna koymak, "keçeyi sudan çıkarmak"la özdeş olmuş. Yiğit dövdüğü hasmına demiş "Dayaktan keçeleştin mi?" diye... "Keçeyi suya atmak" sözü ise, emeğe saygısızlığın en güçlü anlatımı olmuş. Utanmazca davranarak, ar ve namusu hiçe sayanlara karşı söylenmiş bu söz.

Keçenin yapılışını öğrenmek ve ona emek veren ustalarla tanışmak için düşüyoruz yollara.

İzmir otogarından bindiğimiz otobüs bizi Tire'ye ******ürmek için tam saatinde hareket ediyor. Yol boyu yeşil dağlarla, tarlalarda patates toplayan Ege köylüleriyle karşılaşıyoruz. Otobüs şoförüne yakın oturmamızdan olsa gerek, sohbetimize o da eşlik ediyor.

- Demek Tire'de keçe yapımcılığı ile ilgili yazı olacak ha?

Şoför Kerim Amcamız Tire'nin yerlisi. 61 yaşlarında eski bir zanaatçı olduğunu söylüyor. Tire'de keçe yapımcılığı gibi bir zamanlar rağbet gören yorgancılık mesleğinde eline su döken olmamış. Baba mesleği olan yorgancılık, para kazandırmadığı için 15 sene önce dükkanı kapatmış. Ve 15 senedir İzmir-Tire arası otobüs şoförlüğü yaptığını söylüyor. Yorgancılığın ne kadar özen isteyen bir zanaat olduğunu anlatıyor yol boyunca... Saten kumaşların parlaklığını, iğne deliğinden geçen iplerle sayısız diktiği çeyiz yorganlarını... Yorgancı Kerim şimdi Şöför Kerim oldu diyor, kendi yaptığı espriye bile gülmüyor Kerim Amca...

Tire'nin merkezinde bulunan hanlardaki zanaatkârlar, dükkânlara ve birçok tarihi kültüre sahip çıkıp yıllarca unutulmaması için direnmişler. Düğünlerde sadece çeyizin zengin görünmesi için çeyizlere eklenen, değişik renk ve desenlerde üretilen nalınları yapan zanaatçılarla tanışıyoruz. Tire'de nalıncılık zanaatı gibi nice eski köklü zanaatların var olduğunu öğreniyoruz. Hemen alt sokakta semerci ustası sazlıklardan toplanan semer otunu desteliyor. Yorgancılık mesleğini devam ettiren emektar ustalar işlerinin başındalar son hızla. Atlas yorgan altında uyumak gibisi yoktur denir Tire'de.

Onun için olsa gerek, göz alıcı renklerdeki saten kumaşların üstüne işlenen zengin motifler, Tire'de sayıları 3'ü geçmeyen yorgancıların emek dolu ellerinden dokunmuş. Daha kaç yıl direnebilecek Hasırcılık? Daha kaç yıl direnebilecek Saraciye mesleği? Kalaycılık, bakırcılığın ölmesinden sonra kötüleşti. Beledi dokumacılığı, körüklü çizme imalatı daha kaç yıl direnebilecek? Dükkanı kapatmış köseleci esnafı. Tire'yi esas olarak tüm ülkeye duyuran, ünlü Tire Köftesi gibi, dokumacılıktan da eskiye dayanan keçe yapımcılığı olmuş. Toplum olarak aynı toprak üzerinde yaşayan ve kültürel bağlarla birleşmiş olan halkların kökenlerinde, yaşama biçimlerinde, dillerinde ve kültürlerindeki sıcaklıkla kaynaşmış Tire. Ermenisi, Egelisi, Yunanlısı, Rumu, Gürcüsü, Yahudisi... tüm halkın bıraktığı mutfak mirası zaten Tire'nin sahiplendiği değer olmuş.

Dar ve ve birbirlerine yakın hanlarda gezinirken, sıra sıra dükkânların türlü ürünlerine bakıp aynı zamanda da elimizdeki adresten keçeci ustanın dükkânını arıyoruz. Sonunda buluyor ve dükkanın içine adımımızı atıyoruz. Günlerdir geleceğimizi söyleyip bir türlü yolumuzun düşmediği Tire'de, keçe yapımıyla ünlü Mehmet Usta'nın en küçük oğlu Arif Cön'e önce merhabamızı verip, sonra gönlünü alıyoruz.

Mütevazı, dost canlısı Arif Usta'nın ikram ettiği çaylarla sohbetimiz başlıyor, bir yandan da keçe makinesinin hızlı bir devinimle çıkardığı sesler arasında temizlenip taranıyor yünler.

Arif Usta, Çanakkale savaşında bir daha memleketine dönemeyen dedesi Mehmet Usta ve dedesinin ismini/mesleğini devralan 1990'da vefat eden babası Mehmet Usta gibi doğma-büyüme Tireli ve mesleği keçecilik. Bilinçli ve sanatsever bir usta olan Arif Usta 35 yaşında, evli ve Yunus Emre adında 8 yaşında bir de oğlu var. Tire'de keçe yapımcılığını sürdüren beş dükkân var. Ve birisi de akademik lisans eğitimli Arif Usta'ya ait.

Arif Usta, keçe yapımcılığının sanatsal boyutunu anlatırken, keçenin tarihsel ve köklü geçmişini sahiplenmenin günümüzde ne kadar zor olduğunun da bilincinde. Değişimlere de inanan bir insan. Dededen toruna aile mesleği olan keçeciliği yaşatmak ve geliştirip sürdürmek adına, keçecilikte yeni adımlar atmak gerekliliğini savunuyor. "Günün koşullarına rağmen desteklenmeli bu zanaat." diyor.

"Çünkü ancak öyle devam eder. Değişime her meslekte ihtiyaç vardır. Değişime ayak uyduramazsan bu meslek bitmeye mahkumdur. Yüzyıllarca Anadolu'nun birçok yerleşim ünitelerinde ve göçerlerde yukarıda geçen denetim ve örgütlenmiş biçimde yapılagelmiş olan keçecilik ve keçecilik sanatı, diğer sanat dallarında olduğu gibi günümüzde devlet desteğinden, kooperatifleşmeden yoksundur. Keçeci esnafına yardım ve desteğin olmaması, bu mesleği giderek el sanatından zanaata dönüştürmekte. Dahası toplumsal dayanışmadan uzak, gelenek ve göreneklerini terk etmiş, dağınık olarak Anadolu'nun birkaç il ve ilçesinde günümüze dek gelebilmişlerdir. Ekonomik sıkıntı içinde olan keçeci esnafından günümüz ekonomik koşullarına uyum sağlayabilenler, şimdilik ayakta kalabilmekte, uyum sağlayamayanlar ise sanatlarını terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Ve keçe yapımcılarının ülkemizdeki sayıları da giderek azalmaktadır. Artık keçe sadece Tire, Ödemiş, Balıkesir ve Afyon'da üretiliyor. Dünyanın birçok ülkesindeyse kadın dokumacılar üretiyor keçeyi" diyor ustamız.

"Yetişen insanın çıkmaması, çırak yetiştirememek, geçmişi tarihe dayanan mesleklerde olduğu gibi keçecilikte de var mutlaka." diye bir yaraya daha parmak basıyor sonra usta. Keçe yapımcılığının sanatsal yönünden umutlu olsa da Arif Usta, sınırsız kullanım amaçlarını anlatsa da, "Eğer ayakta tutamaz isek, yenilik katamaz isek eninde sonunda bir gün bu meslek de biter." demeden de geri durmuyor. Ve keçeden kaban, yelek, terlik, yaygı gibi ürünleri dükkânında sergilerken, bir yandan da internet aracılığıyla ürünlerini dünyaya tanıtıyor.

"Keçe yapımcılığı ile ilgili dersler verilmeli. Meslek okullarında, üniversitelerde bu emek isteyen zanaatın bölümleri açılmalı. Ama yapılmaz, nedir keçe pistir, keçe kokar köylü işidir gibi düşünülür. Keçe bir tarihi kültürümüzdür ve keçe üretimi akademik boyutuyla olmalı. Yenilik yapamazsak gelişim de olmaz. Gelişen teknolojiyle beraber bizim gibi tarihi köklü mesleklerin değişime ayak uydurmaması gibi şansı olmamalı. Yoksa bu mesleğin de sonu yakındır.

Bizler Tire'de kendi fikirlerimizle harmanlayıp keçenin özünü bozmadan bir şeyler çıkarıyoruz meydana. TV'lerde sanatımızı konu alan birkaç program yapıldı. Londra’da bir iş merkezinde Tire keçelerinin bulunması falan derken Tire pazarı renklendi. Tire pazarını biz keçeci ustalar meşhur etti."

Arif Ustanın eşi, Tokat'ın Zile ilçesinden. Tokat yazmalarından örneklediği keçe motifleri çok beğeniyle karşılanmış ve çok satılmış. "Ustalık ve sabır işidir keçecilik." diyor usta.

Keçenin yıllarca dilden dile dolaşan öyküleri olmuş. Anadolu'dan nice keçe ustaları geçmiş. Keçeciliğin doğuşunu anlatmış ustalar, türlü rivayetler söylenmiş. Keçe denildiğinde akla ilk gelen "Ebu Saib Lebabid" olmuş. Çünkü o, keçenin piriymiş..

Tepme işleminden sonra, tarumar edilip, çok dövülüp, çok çile çeken keçenin yünlerinin birbirine kaynaşmadığını, çabuk dağıldığını görünce göğsüyle, dizleriyle ezdiği yünlerinin tepme süresinin az olduğunu düşünüp tepmeye devam etmiş. Bir daha açtığında yünlerin kaynaşmadığını tekrar görmüş. 40 gün tepme işlemine devam eden Ebu Said, yine başaramayınca içerlemiş bu duruma, üzüntüden ağlamaya başlamış. Hem ağlayıp hemde tepmeye devam ediyormuş. Gözyaşlarını akıtmış emeğine. Keçeyi açtığında gözyaşlarının düştüğü yerlerdeki yünlerin kaynaştığını görmüş. Ve böylece tepme sırasında keçeye su vermek gerektiğini öğrenmiş. Gözyaşlarını akıttığı yünün adı olmuş keçe.

Bir rivayete göre de keçecilerin pirinin; yünü yapağı haline getiren yayı, hallacı keşfettiğinden dolayı Hallacı-Mansur olduğudur. Mansur, "hallaç" lakabını, baba mesleği olan yorgan yatak yünlerini temizleyen ve tarayan hallaçlık mesleğinden almıştır. "Enel Hak" diyen ilk kişi olmuştur Hallac-ı Mansur. Asılmadan ve kafası kesilip Bağdat'ın sokaklarında dolaştırılmadan önce söylediği söz olmuştur

"Enel Hak."

Hallaçla atılmış yünün suyla ıslatılıp, defalarca dövülerek keçeleştirilmesi tekniğine dayanan keçe yapımı, büyük beceri ve sabır gerektiren oldukça zor ve yorucu bir iştir. Gelişen teknoloji ile birlikte artık fabrikasyon keçe üretimi yapılıyor olsa da, Balıkesir, Kula, Afyon, Konya, Urfa, Mardin ve özellikle Tire'de halen geleneksel keçe yapımcılığı yaygın. Arif Usta bize keçe yapımının tüm detaylarını anlatıyor.

KEÇE YAPIMI

Sulak yerlerde büyüyen kuzuların yünlerinin keçe yapımında iyi netice vermediğini, kurak yerlerde büyüyen kuzulardan elde edilen yünlerin daha uygun olduğunu söylüyor keçe ustaları.

Keçe, Tire, Ödemiş ve Bayındır koyunlarından elde edilen yünlerden yapılmaktadır. Genellikle kuzunun ilk kırkımı olan yününden iyisi, koyunların ikinci kırkımı olan ağustos yününden de ikinci kalite olanları yapılır. Köylüden satın alınan, ya da keçe yaptırmak üzere üretici tarafından getirilen yünlerin pıtırak ve pislikleri ayıklanmakta, elle çıkmayan pislikler makasla temizlenerek sonrasında ditme işlemleri yapılmaktadır. Temizlenen yün elle birbirinden ayrılır.

Siyah renkli yünler nakış içinde, beyaz yünler keçenin alt ve üst yüzeylerinde, kirli renkliler ise orta tabakaya gizlenerek değerlendirilmek üzere ayrılırlar. Bu ditme işlemi sonucunda yün atılmaya hazır hale gelmiştir. Ditme işlemi elle yapıldığı gibi basit bir sürtme makinesi ilede yapılır. Ditilen yün ya hallaç yayı ile ya da tarak makinesi ile atılarak lifleri birbirinden ayrılır. Bu işleme atma denir. Ham yün ya da yapağı, keçe yapılacak hale böylece gelmiş olur. Ala keçe (yağlı keçe), yani nakışlı keçe yapılmak isteniyorsa, nakışlık top parçalar kullanılarak kalıp dediğimiz hasır üzerine nakış döşenir. Bu nakışlar, Tire'de, halen kökboyasıyla boyanır. Desenin üzerine atılan yün, birkaç tabaka halinde dökülerek çubuklara dizilir. Dökme işleminden sonra çok az ılık su serpilir. Bir uçtan başlayarak düzgün bir biçimde dürülür. Kalıbın üzerine düz keçeden yapılmış olan kalıpleş sarılır. Kalıp ipiyle sıkıca bağlanan dürüm tepme işlemi ayak ile 30-40 dakika makine ile 60 dakika devam eder.

Sıra kaplamak işine gelmiştir. Çözülen kalıp üzerine keçeleşmeye başlayan yünün kenarları düzeltilir. Bu işleme kapaklamak, ya da çatkı yapmak denir. Tekrar tepme işlemine geçmeden önce sabun ile su verilir. Dürülen yün bir saat kadar daha tepilir. Böylece yün bir saat daha keçeleşmiş olur. Bundan sonra sıra yün pişirmeye gelir. Pişirme işlemi ya makine, ya da insan gücüyle hamamda veya atölyede yapılır.

Elde pişirme "ovma" ile başlar. Sıcak su dökülen keçe , bilekten dirseğe kadar olan kısımla ovulur. Keçenin yünleri birbirine girinceye kadar devam eder. Tüyleri birbirine geçen keçenin pişirilmesinde ikinci aşama "kazıklama"dır. Çok sıkı bir şekilde dürülmüş olan keçeye sıcak su verilerek kolda pişirme işlemi devam eder. Buna "oklavalama" denir. Bundan sonra açılan keçenin tavsiyesi yapılır. Yumruklayarak ince yerler kalınlaştırılır. Kalın yerler inceltilir. Uzayan kesim kısaltılır. Kısalan kısım uzatılarak keçe istenilen kalınlığa ve düzlüğe gelir. Kepenek yapımında bu işleme karıştırma denir.

Bundan sonra dizleme dediğimiz işlem başlar. Dizlemeden amaç, keçenin sıkıştırılmasını ve sertleşmesini sağlamaktır. Dizler ile keçenin üzerine bastırılır. Ve keçe döndürülerek ilerletilir. Bu arada ustalar da dizleri üzerinde ilerlerler. Tavsiye ve dizleme işlemi arasında oluşan kırışıklıkların düzelmesi ve keçenin son şeklinin verilmesi işlemine de tığlama denir. Tığlama da, kolların bilekten dirseğe kadar olan kısmıyla yapılır. Bundan sonra iyice yıkanan ve sıkı bir şekilde dürülen keçe süzülmeye bırakılır. Bir gece süzülen keçe, ertesi gün güneşte kurutmaya asılır. Böylelikle keçe, kullanılmaya hazır hale gelir.

Etki Eden Faktörler: Geçmişten gelen tecrübeler ışığında, keçeleşmeye en önemli faktör, sıcak ve zeytinyağlı sabun olmuş. Sabundaki zeytinyağı ve kostik sayesinde ve de kaynar suyun etkisiyle yündeki yağlar erimiş ve 2000-2500 dişten oluşan her bir koyun kılı birbirleriyle kenetlenerek yünün keçeleşmesini sağlamış. Tabi ki keçeleşmesi için sarf edilen efor ve güç de cabası.

Keçe Çeşitleri: Tarih boyunca birçok alanda kullanılan keçe, sanayileşme süreci içindede sanayide kullanılmış. Ancak birçok sanayi ürünü keçenin yerini alarak keçenin kullanıldığı alanları sınırlamıştır. Tarih içinde günümüzde keçenin kullanıldığı yerler ve keçe çeşitleri saptanabildiği kadar ile şunlardır:

Alakeçe (Yağı Keçesi): Yaygı keçesi de denir. Evlerde, çadırlarda alaçık ve toprak evlerde yerlere serilen desenli veya desensiz değişik boyutlarda keçelerdir.

Turluk: Genellikle Toroslarda ve Anadolu'daki göçerlerde alaçık üzerine örtülen düz siyah veya düz kirli renkteki keçelerdir. Yaklaşık olarak ölçüleri 120-130 ile 180-200 cm'dir.

Süt Keçesi: Bir parmak kalınlığında süt tava veya kazanın üzerine örtülen beyaz keçedir. Amacı süt piştikten sonra sütün hem çabuk soğumasını sağlamak, hem de toz topraktan sütü korumaktır. (Termos görevi)

Yük Keçesi: Göçerlerde yolculuk sırasında eşyaların yağmurdan ve pislikten korunması için yerleşik durumdaki eşyaların üzerlerine örtülerek, dağınıklığı saklamak amacıyla kullanılır.

Eyer Keçesi (Ter Keçesi): Eğerin üzerine geçirilen ve atın sağrısını örten, çoğunlukla saraçlı tiftik püsküllü, desenli ve desensiz keçelerdir.

At Keçesi (Belleme): Çıplak at üzerine konularak eyer vazifesi gören, bazen eyerin altına yerleştirilen 2 cm. kalınlığındaki bu keçelerin üzerine zikzaklı fitle ve farklı nakışlar bulunur.

Deve Keçesi: Develerde havutun altına konulan düz keçedir.

Sargı (Bebe Keçesi): Göçerlerde ve yörüklerde bebeğin kundaklandığı, üzeri desenli kare formlu bir keçedir.

Kepenek: Çobanlar tarafından giyilen bir keçedir. Beyaz ya da mor yünden yapılır. Ve genellikle nakışsız olur. Ancak göğüs kısmına nakış işlenir. Yazın serinlik, kışın ise sıcaklık veren çoban keçeleri dikişli ve dikişsiz olarak ikiye ayrılır.

Sünger Yatak Keçeleri: Kauçuk minderlerin piyasaya sürülmesi ile gelişen bu keçe türü. 1 cm kalınlığında olup, minderin ölçüsüne göre yapılır ve nakışsızdır. Minderin üzerine serilir ve çarşafla kaplanır. Kauçuk minder ile insan vücudunun arasında kalan bu keçe, sağlıklı olduğu için çok tercih edilen bir keçedir.

KEÇEDEN YAPILAN BAŞLIKLAR:

Börk (Bürk, külah): Yeniçerilere mahsus, keçeden yapılan ve başa giyilen başlıktır.

Hartavi: Sipahilerin giydiği, yeniçeri keçesine benzeyen toparlak, keçe külahtır.

Sikke: Mevlevi dervişlerinin giydiği devetüyü rengindeki keçe külahın adıdır.

Zerrin Külah: Osmanlı saray teşkilatının (1928’den önce) Zülüflü Ağalar diye anılan iç oğlanlarının giydiği, üzeri som altın sırma işlemeli ve en iyi keçeden yapılmış her iki tarafında birer zülüf olan başlıktır.

Külah: Dikişsiz tek parçadan oluşmuş, sivri uçlu başlık. Keçeci esnafı giyer.

Üsküf: Yeniçeri börkünün kenarları sırma işlemeli bir çeşididir.

Tac: Şeyh ve dervişlerin giydiği, keçeden yapılmış başlık. Ki bu başlıklar üzerindeki destar ve dilimler tarikatları belirlerdi.

Takke: Halk tarafından giyilen başlıktır.

Arakiyye: Mevlevilerin giydiği bir cins keçe başlıktır. Sikkeden daha ince ve daha kısadır.

Keçe, doğuşundan bugüne, insanların elinde türlü hallere sokulmuş, türlü çileler çekmiş. Emek ve sabır isteyen bu meslek de nice kültürel zenginliği taşıyan başka meslekler gibi tarihin tozlu raflarına kaldırılacak günün birinde.

Bunu bilse de, dededen kalma kültür mirasına sahip çıkıyor Arif Usta. Oğlu Yunus Emre'yi de bu bilinçle büyütüyor. Daha 4 yaşındayken Yunus Emre'nin, motifini kattığı keçeyi satın almış bir müşteri.

Arif Usta'nın oğlu, Yunus Emre keçeci ustası olur mu bilinmez, Arif Usta bu mesleğin zor ve yoruculuğundan öte sanatsal değerinin bilinciyle davrandığı için oğlunun mesleki tercihine karışmayacak ama, gönlü elbette ki keçeciliğin akademik ünvanıyla Yunus Emre'nin ellerinde olmasından yana Arif Usta'nın.

Arif Usta'nın dükkânından ayrılırken, baba ve oğlunu keçeci dükkânının önünde bırakıyor ve her yarım saatte kalkan Tire-İzmir otobüsüne biniyoruz.

Link to comment
Share on other sites

  • 3 hafta sonra ...

bende gidip arif abinin emekçi dükkanında keçe nedir, nasıl yapılır nerden gelir nereye gider tek tek öğrendim ve bunu öğrenmektende gerçekten büyük zevk duydum ve bu ata sanatımız üzerinede bir araştırma yapıyorum, şu sıralar sonuçlandırmama az kaldı.gerçekten güzel bir konu..

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...