Jump to content

mavikiz

Üye
  • Posts

    1899
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    15

Posts posted by mavikiz

  1. Mutlu olmak istiyorsan seni sevenle, acı çekmek istiyorsan senin sevdiğinle, eğer allahın sevdiği kuluysan karşılıklı sevgi ile ikisini birden yaşarsın :)

    Peki ya seni sevenle mutlu olamıyor, sevdiğinle bir arada olduğunda acıyla birlikte mutluluk yaşıyorsan? Karşılıklı da sevmek çok zorsa?

  2. MAVİ YAĞMURLUK

    Yiğitliği, kahramanlığı, şânı

    Bu kahpe dünyada unuturdum ben

    Yanlı bir çerçevede ışıdı mı

    Yüzün önümdeki masa üstünden.

    Gün geldi ve sen gidiverdin.

    Geceye attın aziz yüzüğünü.

    Yazgını bir başkasına verdim,

    Unuttum ben o güzel yüzünü.

    Günler geçti, hep telaş içre,

    Hayatımı yıktı şarap ve tutku…

    Birden hatırladım ben seni ve

    Gel dedim, gençliğime çağrıydı bu…

    Çağırdım ama gelmedin nedense,

    Çok gözyaşı döktüm, ilgisiz kaldın,

    Mavi yağmurluğunu mahzun giyindin de

    Yağışlı gecede benden ayrıldın.

    Bilmem, gururun nereyi tuttu mesken.

    Tatlımsın, sevgilimsin, her şeyimsin…

    Mavi yağmurluğunla düşe daldım ben,

    Yağışlı gecede giyip gittiğin…

    Düş kurulmaz, yok artık şefkat ve ün.

    Her şey bitti, geldi gençliğin sonu!

    Yok artık yalın çerçevede yüzün,

    Elimle masadan kaldırdım onu.

    1908

    Aleksandr BLOK

    Çeviri: Ahmet NECDET - Kanşaubiy MİZİEV

  3. MAHALLE KAHVESİ

    ...................................................................

    Çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;

    Önünde tahta mı, toprak mı? sorma, pis bir eşik.

    Şu gördüğün yer için her ne söylesen câiz;

    Ahırla farkı: O yemliklidir, bu yemliksiz!

    Zemini yüz sene evvel döşenme malta imiş...

    "İmiş"le söylüyorum, çünkü anlamak uzun iş.

    O bir karış kirin altında hangi maden var?

    Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu dıvar,

    Maun cilâsına batmış tütünlü nargileden;

    Duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden.

    Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al.

    Vücudu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.

    Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli

    Tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:

    Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,

    Zavallının güveden hep liyme liyme sırtı.

    Kurur bir örtünün üstünde yağlı bir mendil:

    Ki "ben tependen inersem" diyen hasır zembil

    Onun hizasına gelmez mi? Bir döner şöyle;

    Sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!

    Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,

    İçinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!

    Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;

    Onun yanında kan almak için beş on boynuz.

    İkinci katta bütün kerpetenler, usturalar...

    Demek ki kahveci hem diş tabibi, hem perukâr,

    İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;

    Uzun lâkırdıya hâcet ne? İşte mosturası:

    Çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,

    Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar dizilen

    Şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;

    Birer mezâra işaret düşün ki her kandil!

    .......................................................................

    Seyirciler mütefekkir, güzide bir tabaka;

    Düşünmelerdeki şiveyse büsbütün başka:

    Kiminde el, filân asla karışmıyorken işe,

    Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe!

    Al işte: "Beyne burundan gerek" demiş de "hulûl"

    Tahharriyat-i amîkayla muttasıl meşgul!

    Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam!

    Zemine, daire şeklinde yaydı bir balgam:

    Abanmış olduğu bir yumru yumru değnekle,

    Mümâslar çizerek soktu belki yüz şekle!

    Mehmet Akif ERSOY

  4. SOKAK FENERİ

    Ölü bir camdan ağlayan korku

    İniyor serseri ve boş geceye;

    Kaldırımlar bütün sükut, uyku...

    Her duvar, her kovukta şimdi niye

    Bir büyük göz niyaz eder, ağlar

    "Bitsin artık bu gizli şüphe!" diye?

    Korkarım... Saklanır heyulalar...

    Bana der: "İşte bir sahife oku,

    Sarı gölgemde hasta kalbin var!.."

    Ölü bir camdan ağlayan korku...

    Ali Canip YÖNTEM

  5. ÇOCUKSUN SEN / I

    Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen

    Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu

    Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen

    Kum taneleri var ya onlardan birindeyim

    Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor

    Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

    Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

    Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun

    Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı

    Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

    Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum

    Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup

    Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için

    Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar

    Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa

    Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun

    Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların

    Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar

    Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

    Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

    Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit

    Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse

    Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

    Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık

    Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık

    Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada

    Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak

    Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin

    Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

    Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun

    Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada

    Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.

    Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil

    ÇOCUKSUN SEN / II

    Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm

    Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ

    Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı

    Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

    Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar

    Dursam ölürüm paramparça olur dünya

    Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm

    Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir

    Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna

    Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için

    Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak

    (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu

    Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)

    Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor

    Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri

    Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda

    Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum

    Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım

    Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

    Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

    Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer

    Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle

    Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum

    Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken

    Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde

    Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su

    Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç

    Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı

    (Soluğunun elma kokması bundandı belki)

    Bir elma kokusuna tutundum düşerken

    Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı

    Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

    Çocuksun sen, çocuğumsun

    AHMET TELLİ

  6. BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU

    Yorgun gözümün halkalarında

    Güller gibi fecr oldu nümâyân,

    Güller gibi... sonsuz, iri güller

    Güller ki kamıştan daha nâlân;

    Gün doğdu yazık arkalarında!

    Altın kulelerden yine kuşlar

    Tekrârını ömrün eder i'lân.

    Kuşlar mıdır onlar ki her akşam

    Âlemlerimizden sefer eyler?

    Akşam, yine akşam, yine akşam

    Bir sırma kemerdir suya baksam;

    Üstümde semâ kavs-i mutalsam!

    Akşam, yine akşam, yine akşam

    Göllerde bu dem bir kamış olsam!

    Ahmet HAŞİM

  7. Ayrılık Sevdaya Dahil

    açılmış sarmaşık gülleri

    kokularıyla baygın

    en görkemli saatinde yıldız alacasının

    gizli bir yılan gibi yuvalanmış

    içimde keder

    uzak bir telefonda ağlayan

    yağmurlu genç kadın

    rüzgâr

    uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

    mor kıvılcımlar geçiyor

    dağınık yalnızlığımdan

    onu çok arıyorum onu çok arıyorum

    heryerinde vücudumun

    ağır yanık sızıları

    bir yerlere yıldırım düşüyorum

    ayrılığımızı hissettiğim an

    demirler eriyor hırsımdan

    ay ışığına batmış

    karabiber ağaçları

    gümüş tozu

    gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar

    yaseminler unutulmuş

    tedirgin gülümser

    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

    çünkü ayrılık da sevdâya dahil

    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

    hiç bir anı tek başına yaşayamazlar

    her an ötekisiyle birlikte

    herşey onunla ilgili

    telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar

    gittikçe genişleyen

    yakılmış ot kokusu

    yıldızlar inanılmayacak bir irilikte

    yansımalar tutmuş bütün sâhili

    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

    öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

    çünkü ayrılık da sevdâya dahil

    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

    yalnızlık

    hızla alçalan bulutlar

    karanlık bir ağırlık

    hava ağır toprak ağır yaprak ağır

    su tozları yağıyor üstümüze

    özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır

    eflatuna çalar puslu lacivert

    bir sis kuşattı ormanı

    karanlık çöktü denize

    yalnızlık

    çakmak taşı gibi sert

    elmas gibi keskin

    ne yanına dönsen bir yerin kesilir

    fena kan kaybedersin

    kapını bir çalan olmadı mı hele

    elini bir tutan

    bilekleri bembeyaz kuğu boynu

    parmakları uzun ve ince

    sımsıcak bakışları suç ortağı

    kaçamak gülüşleri gizlice

    yalnızların en büyük sorunu

    tek başına özgürlük ne işe yarayacak

    bir türlü çözemedikleri bu

    ölü bir gezegenin

    soğuk tenhalığına

    benzemesin diye

    özgürlük mutlaka paylaşılacak

    suç ortağı bir sevgiliyle

    sanmıştık ki ikimiz

    yeryüzünde ancak

    birbirimiz için varız

    ikimiz sanmıştık ki

    tek kişilik bir yalnızlığa bile

    rahatça sığarız

    hiç yanılmamışız

    her an düşüp düşüp

    kristal bir bardak gibi

    tuz parça kırılsak da

    hâlâ içimizde o yanardağ ağzı

    hâlâ kıpkızıl gülümseyen

    -sanki ateşten bir tebessüm-

    zehir zemberek aşkımız

    Atilla İLHAN

  8. DESEM Kİ

    Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,

    Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,

    Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,

    Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,

    Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,

    Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,

    Sende tattım yemişlerin cümlesini.

    Desem ki sen benim için,

    Hava kadar lazım,

    Ekmek kadar mübarek,

    Su gibi aziz bir şeysin;

    Nimettensin, nimettensin!

    Desem ki...

    İnan bana sevgilim inan,

    Evimde şenliksin, bahçemde bahar;

    Ve soframda en eski şarap.

    Ben sende yaşıyorum,

    Sen bende hüküm sürmektesin.

    Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,

    Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.

    Günlerden sonra bir gün,

    Şayet sesimi farkedemezsen,

    Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,

    Bil ki ölmüşüm.

    Fakat yine üzülme, müsterih ol;

    Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,

    Ve neden sonra

    Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,

    Hatırla ki mahşer günüdür

    Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

    CAHİT SITKI TARANCI

  9. BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

    Erkek kadına dedi ki:

    -Seni seviyorum,

    ama nasıl,

    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp

    parmaklarımı kanatarak

    kırasıya

    çıldırasıya...

    Erkek kadına dedi ki:

    -Seni seviyorum,

    ama nasıl,

    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,

    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,

    yüzde hudutsuz kere yüz...

    Kadın erkeğe dedi ki:

    -Baktım

    dudağımla, yüreğimle, kafamla;

    severek, korkarak, eğilerek,

    dudağına, yüreğine, kafana.

    Şimdi ne söylüyorsam

    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..

    Ve ben artık

    biliyorum:

    Toprağın -

    yüzü güneşli bir ana gibi -

    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..

    Fakat neyleyim

    saçlarım dolanmış

    ölmekte olan parmaklarına

    başımı kurtarmam kabil

    değil!

    Sen

    yürümelisin,

    yeni doğan çocuğun

    gözlerine bakarak..

    Sen

    yürümelisin,

    beni bırakarak...

    Kadın sustu.

    SARILDILAR

    Bir kitap düştü yere...

    Kapandı bir pencere...

    AYRILDILAR...

    NAZIM HİKMET RAN

    AYRILIK VAKTİ

    Akşamı getiren sesleri dinle

    Dinle de gönlümü alıver gitsin

    Saçlarımdan tutup kor gözlerinle

    Yaşlı gözlerime dalıver gitsin

    Güneşle köye in, beni bırak da

    Küçüle, küçüle kaybol ırakta

    Şu yolu dönerken arkana bak da

    Köşede bir lahza kalıver gitsin

    Ümidim yılların seline düştü

    Saçının en titrek teline düştü

    Kuru yaprak gibi eline düştü

    İstersen rüzgara salıver gitsin

    NECİP FAZIL KISAKÜREK

  10. AH ŞU ŞAİRLİĞİM

    Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...

    Ona her gün güzel, her hava hoştu,

    Sevgisiz hayatın manası boştu,

    Gördüğü kısrağın peşinden koştu,

    Uslanmak bilmeyen bir deli taydı;

    Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...

    Evimden barkımdan çözdürdü beni,

    İşimden gücümden bezdirdi beni,

    Bulutlar üstünde gezdirdi beni,

    Bastığım yıldızlar hüsrana kaydı;

    Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...

    Ak yazımı baht-ı siyah eyledi,

    Gençliğime yazık, günah eyledi,

    Nerde akşam, orda sabah eyledi,

    Serseri hayatı marifet saydı;

    Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...

    Alnım da açıktı, yüzüm de aktı,

    Kimseye verecek hesabım yoktu,

    Günah kervanımı pazara çekti,

    Yükümde ne varsa, hepsini saydı;

    Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...

    Hayal aleminde gezmem dese de,

    Seni bundan böyle üzmem dese de,

    Bu gece, tek hece, yazmam dese de,

    Sabaha çıkmadan sözünden caydı;

    Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...

    CEMAL SAFİ

  11. KARADUT

    Karadutum, çatal karam, çingenem

    Nar tanem, nur tanem, bir tanem

    Ağaç isem dalımsın salkım saçak

    Petek isem balımsın ağulum

    Günahımsın, vebalimsin.

    Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan

    Yoluna bir can koyduğum

    Gökte ararken yerde bulduğum

    Karadutum, çatal karam, çingenem

    Daha nem olacaktın bir tanem

    Gülen ayvam, ağlayan narımsın

    Kadınım, kısrağım, karımsın.

    Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

  12. ARKADAŞIM BADEM AĞACI

    Sen ağaçların aptalı

    Ben insanların

    Seni kandırır havalar

    Beni sevdalar

    Bir ılıman hava esmeye görsün

    Düşünmeden gelecek karakış..

    Acarsın çiçeklerini ..

    Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...

    Bir güler yüz bir tatlı söz..

    Açarım yüreğimi hemen

    Yemişe durmadan çarpar seni karayel

    Beni karasevda

    Hem de bilerek kandırıldığımızı

    Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza

    Koş desinler bize şaşkın

    Sonu gelmese de hiç bir aşkın

    Açalım yine de çiçeklerimizi

    Senden yanayım arkadaşım

    Havanı bulunca aç çiçeklerini

    Nasıl açıyorsam yüreğimi

    Belki bu kez kış olmaz

    Bakarsın sevdan düş olmaz

    Nasıl vermişsem kendimi son sevdama

    Vur kendini sen de bu güzel havaya

    AZİZ NESİN

  13. FAHRİYE ABLA

    Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar

    Kapanırdı daha gün batmadan kapılar

    Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden

    Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!

    Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

    Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla

    Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla

    Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi

    Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi

    Güneşin batmasına yakın saatlerde

    Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede

    Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede

    Bahçede akasyalar açardı baharla

    Ne şirin komşumuzdun fahriye abla

    Önce upuzun sonra kesik saçın vardı

    Tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı

    İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

    Altın bileziklerle dolu bileklerin

    Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin

    Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla

    Ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla

    Gönül verdin derlerdi o delikanlıya

    En sonunda varmışsın bir erzincanlıya

    Bilmem şimdi hala bu ilk kocandamısın

    Hala dağları karlı erzincandamısın

    Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın

    Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda

    Ne vefalı komşumuzdun sen fahriye abla

    AHMET MUHİP DIRANAS

  14. BEN SANA MECBURUM

    Ben sana mecburum bilemezsin

    Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

    Büyüdükçe büyüyor gözlerin

    Ben sana mecburum bilemezsin

    İçimi seninle ısıtıyorum

    Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

    Bu şehir o eski İstanbul mudur?

    Karanlıkta bulutlar parçalanıyor

    Sokak lambaları birden yanıyor

    Kaldırımlarda yağmur kokusu

    Ben sana mecburum sen yoksun

    Sevmek kimi zaman rezilce korkudur

    İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

    Tutsak ustura ağzında yaşamaktan

    Kimi zaman ellerini kırar tutkusu

    Birkaç hayat çıkarır yaşamasından

    Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

    Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

    Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor

    Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor

    Durup köşe başında deliksiz dinlesem

    Sana kullanılmamış bir gök getirsem

    Haftalar ellerimde ufalanıyor

    Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

    Ben sana mecburum sen yoksun

    Belki Haziranda mavi benekli çocuksun

    Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

    Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

    Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun

    Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor

    Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin

    Kötü rüzgâr saçlarını ******ürüyor

    Ne vakit bir yaşamak düşünsem

    Bu kurtlar sofrasında belki zor

    Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden

    Ne vakit bir yaşamak düşünsem

    Sus deyip adınla başlıyorum

    İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

    Hayır başka türlü olmayacak

    Ben sana mecburum bilemezsin..

    ATTİLA İLHAN

  15. Allahım noooolur mavikiz bu başlığı görmesin :D:D:D:D

    geç kaldııın gördüüüm :p

    HARD-DISK tipi Erkek:

    Her şeyi hafızasında saklamasını isteseniz de mutlaka bir yerlerde hata verir.

    RAM tipi Erkek :

    İşiniz bittiği anda sizi unutur. Siz "seni seviyorum" demesini beklerken, o çoktan uyumuştur.

    WINDOWS tipi Erkek:

    Herkes hiçbir şeyi doğru dürüst yapamadığını bilse de kimse onsuz

    yaşayamaz. Onsuz yaşamayı tercih edenlerin de başına mutlaka ona benzer bir şeyler çıkar.

    EXCEL tipi Erkek:

    Söylendiğine göre bir çok kabiliyeti olmasına rağmen bir çok kimse basit

    ihtiyaçlar için kullanır.

    SCREENSAVER tipi Erkek:

    Eğlendirmekten başka hiçbir işe yaramaz.

    INTERNET tipi Erkek:

    Erişilmesi zorlu olan tiptir. Eriştiğinizde de bir süre sonra canınızı sıkmaya başlar.

    SERVER tipi Erkek:

    İhtiyacınız olduğunda her zaman meşguldür, size ayıracak zamanı yoktur.

    MULTIMEDIA tipi Erkek:

    Korkunç şeylerin güzel gözükmesini sağlar. (Böyle bir erkek göremedim ben henüz)

    CD-ROM tipi Erkek:

    Hızlanır, Daha hızlanır Gittikçe de hızlanmaya devam eder.

    E-MAIL tipi Erkek:

    Her 10 sözünden 8'i anlamsızdır. Bunu bilseniz de, evet der geçersiniz çünkü o size gereklidir.

    VIRUS tipi Erkek:

    Bir başka ismi de "EŞ" dir. Hiç beklemediğiniz bir anda gelir kendisini

    yerleştirir ve kaynaklarınızı kullanmaya başlar.Kurtulmaya çalıştığınızda

    kesin bir şeyler kaybedersiniz eğer kurtulmazsanız her şeyinizi

    kaybedersiniz...

    bu şekilde sınıflandırsak sanki daha doğru olacak ne dersiniz? :)

    • Like 1
  16. İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettigini, payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.

    TOLSTOY

×
×
  • Create New...