Jump to content

2010 Model Dünyayı Kurtaran Adam


NoobAccountant
 Share

Recommended Posts

[b]Elbette ki gelişen sinema sektörleri bir koldan da ‘çöp’ adıyla andığımız Hollywood’un belli döneminde hakimiyet kuran o pespaye, ucuz ve bayağı filmlerin üremesine yol açıyor. Bu konuda Türk sinemasının son döneminden de çok fazla örnek verilebilir. Ancak aslında bu süreçten gerçek anlamda ‘ileride kült olacak’ (beli bir kitlenin taptığı hale gelecek) dediğimiz iki eserden biri “Kukuriku: Kadın Krallığı”, “Nekrüt” ile birlikte. Yani bu ikili, bu durumun gerçek anlamda hakkını veriyorlar. Öyle ki “Kukuriku: Kadın Krallığı”, tuvalet mizahı ve fantastik dünya yaratmadaki bilinçsizliğin ters tepmesiyle birlikte, sadece alay edilesi tarafıyla bir eğlenceliğe dönüşebiliyor. Böyle olunca da tepeden tırnağa pespaye haliyle, yeni dönemin “Dünyayı Kurtaran Adam”ı olma konusunda herhangi bir sıkıntı [/b]

[img]http://im.haberturk.com/2010/12/31/586705_972652d6f6cf9405c4d7d72bf2da68cc.jpg[/img]

[i]Özellikle Amerikan sinemasında sektörleşmenin tavan yapmasıyla birlikte bunun bir parçası olarak da ‘B filmleri’ devreye girmiştir her zaman. 1940’larda genelde kara film, fantastik, bilimkurgu, korku gibi alanlarda ürün verdiğine tanık olduğumuz bu eserlerin içinden de aslında kendini ayıran filmler oluyordu. Bunun da sebebi bu yapıtların pespaye, bayağı gibi tanımlarla anılma şansını yakalayarak belli bir kitlenin ‘ucuz eğlencesi’ne dönüşmesiydi.[/i]

[b]Zamansız bir tuvalet komedisi ya da çöp örneği[/b]

[i]Ancak şimdi bakıldığında o zamanın bu konudaki alim isimlerinden Ed Wood’un tencereden uzay gemisi efekti yaptığı filmleri dahi ‘kült’ mertebesine erişti. Bunun da tam kelime karşılığı ‘Belli kitlenin defalarca kez izlemekten keyif aldığı filmler’ idi. Hatta bu ‘B tipi yapıtlar’ın, Quentin Tarantino, Peter Jackson, Tim Burton gibi yönetmenlerin film çekerken ana esin kaynakları arasına dahi girmeleriyle birlikte bir profesyonelleştirme çabasıyla sinemaya taşınmaya başladılar.

Türk sinemasında da aynen 70’lerde olduğu gibi popüler film üretiminin artmasıyla birlikte böylesine çöp örneklerle daha çok yüzleşmeye başladık. Bu sene “Uçan Melekler” ile “Yüreğine Sor”un ardından “Kukuriku: Kadın Krallığı” da gerçek anlamda bu alana mensup eserler.

Fakat doğrusunu söylemek gerekirse konumuz olan “Kukuriku: Kadın Krallığı”, daha ilk karesinde bu eğilimi gösterdiğini anladığınız için ‘Kült olma yani belli kitlelerin eğlence kaynağı olma şansı var mı?’ düşüncesiyle izlediğiniz bir yapıt. Bu açıdan da zamansız bir fantastik tuvalet komedisi örneği olarak özetlenebilir.[/i]

[b]‘Bayağılık’ın bir estetik olduğunu bilmemesi zararına olmuş[/b]

[i]Çok uğraşırsak “Osmanlı Cumhuriyeti” (2008), “Yedi Kocalı Hürmüz” (2009), “Neşeli Gençlik” (2007) gibi filmlerle akrabalık kurduğu veya bunların müzikal, politik taşlama ve tuvalet komedisi geleneklerini birleştirdiğini söylemek mümkün bu eserin. Ancak bu sözünü ettiğimiz filmlerden daha da acayip bir şey var karşımızda.

Öyle ki yönetmen Serkan Ok’un 70’lerde ‘kitsch’ adıyla anılan ‘bilinçsiz duran bayağılık estetiği’nin, sonradan ‘camp’ ismi altında ‘bilinçli’ hale gelen eğiliminden haberdar olduğunu söylemek zor. Ancak bu konuda daha önce “Acı Aşk”ta (2009) da HD (yüksek çözünülürlüklü dijital kamera) kamera konusuna vakıf olduğunu gördüğümüz Vedat Özdemir’in sinematografisinin bir iz bıraktığını gözlemlemek mümkün burada.[/i]

[b]Görüntü yönetmeni filme yönetmenden daha vakıf[/b]

[i]Bu doğrultuda da özellikle filmin son kısmındaki ‘gölge oyunu estetiği’ kıvamındaki gece bölümünü adeta kara filmin ‘ışık oyunları’ ile çekmesi ve oyunculardan da bu konuda bir ‘vodvil başarısı’ alması bir özen katıyor “Kukuriku: Kadın Krallığı”na. En azından bu ‘ucuz’ duruşun hakkını veriyor bu kısımlar onu söyleyebiliriz.

Aslında bu sözünü ettiğimiz bakış açısının genel toplamda bir dağınıklık salgılaması, Özdemir’in filmin bu bölümünün yıldızı olmasına yol açıyor. Adeta Mike Myers’ın “Avanak Ajan”ındaki (“Austin Powers”, 1999) gölgeli mizah oyunu mantığının birebir aynısı var burada. Bu da filmi hafif masalsı bir dünyaya vakıf kılıyor doğrusunu söylemek gerekirse.[/i]

[b]Açılış sekansı filmin özeti[/b]

[i]Ancak daha ziyade “Kukuriku: Kadın Krallığı”nın üzerine odaklanılması gereken noktası ‘Erkekler ile kadınlar yer değiştirip, itaat kavgasının düzeni yerle bir olursa ne olur?’ doğrultusunda yarattığı evren. Bu konuda sanat yönetiminin özeni ve oyuncuların proje aşamasındaki seçimi haricinde bir duruş görmek mümkün değil. Öyle ki Serap Aksoy, Levent Ülgen ve Ali Düşenkalkar gibi yeteneğini ispatlanmış oyuncular var burada.

Bunun yanında zamansız, distopik ve bilimkurgusal mekanın herhangi bir tür eğilimini bilmemesi ise, daha açılış sekansındaki ‘bayağı duran efektler’le gelen Tanrısal geçiş ile start alıyor. Adeta suluboya ile çizildiğini gördüğümüz yapraklarla sarılı gökyüzünden bakan Adem ile Havva kıvamında iki karakterin bir kanepede uzanıp ‘İktidarı değiştirsek mi?’ konusundaki hesaplaşmalarını izliyoruz. Aslında burada bir ‘Sihirli Annem’ dokusu alıyoruz doğrusunu söylemek gerekirse. Devamı da o giriş o giriş kıvamında gidiyor adeta.

Bunu bıraktık burada yönetmenin yaklaşımı, İtalyan usta Pier Paolo Pasolini’nin 70’lerdeki renkli döneminden alıştığımız zamansız seks komedilerini andırır hale geliyor. Ancak bu açmazın içinden de Ok’u ancak üstadın ta kendisi ya da Türkiye’den Ezel Akay kurtarabilirmiş. Öyle ki burada oluşan toplamdan ancak cinsel istismar filmlerinin (hani o Tarantino’nun “Ölüm Geçirmez”inde saygı duruşunda bulunduğu alan) babası Russ Meyer memnun kalabilirmiş.[/i]


[b]Adeta bir ucuzluk gösterisi[/b]

[i]Bu haliyle ise “Kukuriku: Kadın Krallığı”, garip sahnelerden acayip bir film çıkarma konusunda bir hayli başarılı bir esere ve adeta bir ucuzluk gösterisine dönüşmüş. Kesin bir tür tanımlaması yapamasak da çizgi film estetiğini kuramamasından kurgu ile olay örgüsünü ilerletme beceriksizliğine, genel plan yerleştiriyim derken aksiyondan uzaklaşan açılardan yarattığı dünyaya hapsolmasına ve hatta detaylara önem veremeyerek kendi kişisel evrenine (ya da evrensizliğine) sıkışmasına kadar her yönüyle bir çöp örneği karşımızdaki.

Daha bu yoluna lehçesini kuramadığı, bir kısmının Osmanlı aksanıyla, bir kısmının Osmanlıca kelimelerle, bir kısmının da Türkçe konuştuğu bir insanlar birliği ile giriyor. Bunun devamı da zor olmuyor. Çünkü yönetmen Ok’un bir mizansen kurma becerisi yok.[/i]

[b]Koreografisiz müzikal sahneleri pespaye bütünü tamamlıyor[/b]

[i]Adeta harala gürele koşuşturan ve bağrışan kadınlar ile onlara eşlik eden mahsun erkekler izliyoruz perdenin hemen önünde. Bu da cinsiyetleri doğrultusunda kartonlaştırılan bir takım ne dediğini anlamadığımız insanın kameranın önünden sürekli geçip gitmesinin temsili haline getiriyor “Kukuriku: Kadın Krallığı”nı.

Öyle ki buradaki tersine tecavüz sahnesi, bağırma sahnesi gibi bayağı sahnelere veya erkekleri mahkum eden uzay bekçisi tipli karakterlere başka yerde rastlamak mümkün değil. Elbette ki üç müzikal sahnesinin koreografisiz ve kurgusuz bir şekilde sadece müzik ve görüntüyü üst üste uyumsuz olarak bindirilmesiyle yol almasına da şaşırılmamalı. Zira Ezel Akay bile bunu “Yedi Kocalı Hürmüz”de hakkıyla yapamamıştı.[/i]

[b]Yeni neslin “Dünyayı Kurtaran Adam”ı[/b]

[i]Lafın özü “Kukuriku Kadın Krallığı”, ileride kültleşecek bir eser olarak anılabilir. Bundan 20 yıl sonra tozlanmış film raflarından ‘Yeni neslin Dünyayı Kurtaran Adam’ı olarak sökülüp alınacağına şüphe yok. Ancak bu durumdan yönetmeninin haberi olmadığı konusunda da eminiz.

Bu da eserin B filminden ziyade böylesi yapıtları tanımlamak için kullanılan ‘Z filmi’ ibaresiyle, yani ‘en düşük derecede sinema eseri’ adı altında anılmasına yol açıyor. Adından posterine kadar her türlü öğesi bu doğrultuda okunabilecek gerçek bir ‘ucuzluk başyapıtı’ var karşımızda.[/i]


[color="#FF0000"][b]FİLMİN NOTU: 2.5[/b]

Künye:

Kukuriku: Kadın Krallığı
Yönetmen: Serkan Ok
Oyuncular: Didem Erol, Levent Ülgen, Serap Aksoy, Ali Düşenkalkar, Ceren Soylu, Ayşen Gruda
Süre: 117 dk.
Yapım Yılı: 2010[/color]

[b]BİR HOLLYWOOD KABUSU

John Curran ile birlikte bağımsız sinemanın günümüzdeki en önemli ‘ilişki filmi’ portreleyicilerinden olan İngiliz David MacKenzie, bu sefer karşımıza bir anti-Hollywood dramı ile çıkageliyor. “Çapkın”, yönetmenin genelde yasak ilişkilerini ele aldığı kariyerinin içindeki ilişki filmi konseptinden farklı bir yere doğru yelken açıyor belki. Ancak bir diğer taraftan da cinsellik konusuna yaklaşımını, görsel becerisini, karamsar mesajlarını ve karakterlerin psikolojisini öne çıkaran dramatik yapılarından bir yenisini de sunmasına olanak tanıyor. En kısa tanımıyla eldeki eser, ilişki ustası bir adamın Hollywood taşlamasına soyunduğu bağımsız, hüzünlü ve gerçekçi dramı olarak adlandırılabilir. [/b]
Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Share

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...