Jump to content

Kısa Hikayeler


ugur4721
 Share

Recommended Posts

  • 4 hafta sonra ...

Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı... Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:

- Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?

Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı:

- Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan...

Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda... Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu...

Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı... Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu... Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:

- Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye. İyi gelirmiş derlerdi.
50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.

Hakim yaşlı adama dönerek:

- Diyeceğin bir şey var mı, baba? dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu:

- Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime'mi de orada tanıdım. Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. Yeni evlendiğimizde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. 
Hekim "Çok uzun süre uyanmadan yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir" dedi. "Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin" dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun... Lafım geçmedi... O günlerde; tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: "Çiçeği geceleri sularsan geçer" dedim. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki... dedi adam.

O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

- Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım... Sesimi çıkartamadım... O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu...

"Sevgide cömert, ama sevdiklerimizi kırmada oldukça cimri olalım!"

  • Like 2
Link to comment
Share on other sites

Çok zengin bir adam varmış. Bir gün rahatsızlanmış ve oğullarını etrafında toplamış. Onlara söyle söylemiş:

'' Çocuklarım eğer ölürsem şu eski çorapları bana giydirip beni öyle gömün. Sizden tek isteğim budur..'' demiş

Aradan birkaç ay geçmiş ve adam ölmüş. Zengin adamı yıkamışlar, kefenlemişler. Tam o sırada çocuklarının akıllarına babalarınıın vasiyeti gelmiş. Bu çorapları babamıza giydireceğiz demişler. İmam izin vermemiş.

Müftüye gitmişler...

"Babamızın son arzusu! Bu eski çorapları giydirmemiz lazım." demişler..

Müftü de olmayacağını söylemiş.. .

Çocuklar tekrar babalarının cesedinin başına gelmişler üzgün bir şekilde; çünkü hem babalarını kaybetmişlerdi hem de babalarının son isteğini de yerine getirememişlerdi.

Mecbur babalarını gömmek zorundaydılar. İstediği yerine gelmediği için çok üzülüyorlardı..

Tam o sırada emektarları çocukların yanlarına geldi ve babalarının ölmeden önce yazmış olduğu bir mektubu çocuklara uzattı.

Mektupta söyle diyordu:

Ey evlatlarım!
Sayılamayacak kadar çok malım vardı, çok zengindim... ama gördüğünüz gibi yanımda şu size verdiğim eski çorapları bile götüremedim...
İşte bundan ibret alın ve hayatı amaç edinip yaratılış gayenizi ve sizi yaratanı unutmayın...

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

KAVANOZ VE BÜYÜK TAŞLAR

(Bu hikaye, Kellog Business School`da (Northwestern Üniversitesi) İş İdaresi Yüksek Lisans öğrencileri ile ders veren profesör arasında geçmiştir.)

Profesör sınıfa girip, karşısındaki diğerlerinin arasından sıyrılabilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra:

– Bugün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız,der. Kürsünün altından büyük boy bir cam kavanoz çıkartır ve gene kürsünün altından bir torba da yumruk büyüklüğünde taşlarla dolu bir torba çıkartır, büyük bir dikkatle taşları kavanozun içine yerleştirmeye başlar. Kavanozun başka taş almayacağından emin olana dek uğraşır ve sonra dönüp öğrencilerine;

– Bu kavanoz doldu mu? diye sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan:

– Doldu, diye yanıtlarlar. Profesör “Öyle mi?” der ve gene kürsünün altına eğilerek bir torba çakıl taşı çıkartır, kavanozun ağzından yavaş yavaş aktarır, bu sırada kavanozu biraz sallayarak taşların yerleşmesine yardımcı olmaktadır. Kavanoz taşınca öğrencilere dönerek bir kez daha sorar;

– Bu kavanoz doldu mu? Bir öğrenci;

– Dolmadı herhalde, der.

– Doğru, der profesör ve kürsünün altından bu kez bir torba kum çıkartıp kavanoza doldurmaya başlar. Tekrar öğrencilerine dönüp;

– Bu kavanoz doldu mu? diye sorar. Bu kez tüm sınıf hep birlikte “hayır” diye bağırır.

– Güzel! der profesör. Kürsünün altından bir sürahi su çıkartıp kavanozu ağzına kadar suyla doldurur. Sonra öğrencilerine dönerek;

– Bu deneyin amacı neydi? diye sorar. Uyanık bir öğrenci atılarak;

– Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, başka işlere ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır, diye açıklar. Profesör hafif gülümseyerek;

– Hayır. Bu deneyle esas anlatmak istediğim, büyük taşları baştan yerleştirmemiz gerektiğidir, diğer küçük taşlara gördüğünüz gibi yer kalmaktadır. Ama önce küçük taşlarla kavanozu doldursaydık büyükler asla giremezdi, der. Ve devam eder;

– Nedir hayatımızdaki büyük taşlar? Aileniz, sevdikleriniz, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser ortaya koyma isteğiniz, başkalarına yararlı olma isteğiniz. Büyük taşlarınız bunlardan bir veya bir kaçı olabilir. Bu akşam uyumadan önce büyük taşlarınızın neler olduğunu iyice düşünün ve kararınızı verin.

Bilin ki; büyük taşlarınızı kavanoza ilk başta yerleştirmezseniz hiç bir zaman koyamazsınız. O zaman da ne kendinize, ne çalıştığınız kuruma ve ne de ülkenize yararlı olabilirsiniz. Bu da iyi bir işadamı hatta iyi bir vatandaş olamayacağınızı gösterir.

Link to comment
Share on other sites

  • 3 hafta sonra ...

"NECİP FAZIL'DAN İBRETLİK BİR KONU"
Necip Fazıl Kısakürek, masanın üzerindeki 
içi su dolu"içki şişesi"ni görünce sorar: 
"Bu ne?" Cevap verir, oğlu; 
"Soğuk su için buzdolabına ancak 
bu şişeleri koyabiliyoruz..." İtiraz eder üstad: 
"Olmaz!" İzaha çalışır oğlu "Baba inan 
çok iyi temizledik, bol sabun 
ve kaynar suyla yıkadık" Üstad yine 
"olmaz" der ve şu ibretli sözler dökülür ağzından:
"O halde oğlum; yarın bir lazımlık bulacak, 
bol sabun ve kaynar suyla yıkadıktan sonra 
çorbanı da bu lazımlıkla içeceksin! İçebilir misin? 
Hiçbir mahzuru da yok... Amma velakin; 
mantığın kabul etse de, ruhun kusar bu çorbayı!

  • Like 2
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...
 Moses Mendelssohn hic yakisikli bir adam degildi. 

Cok kisa boyunun olmasi yani sira, cok garip bir de kamburu vardi.
Mendelsohn, günün birinfr Hamburga da yasayan bir isadamini ziyarete gitti. Isadaminin, Frumtje adinda cok güzel bir kizi vardi. Moses, bu güzel kiza umutsuz askla tutuldu.

 

Fakat güzel kiz onun cirkin görüntüsünden ürkmüstü. O nedenle, degil onun sevgisine karsilik vermek, yüzüne bile bakmak istemiordu. Ayrilma zamani geldiginde Moses, güzel kizin üst kattaki odasina cikti ve tüm cesaretini toplayarak onunla son kez konusma girisiminde bulundu.

Kizin güzelligi öylesine ölaganüstüydiki, bir n icin onun cenetten geldigini bile düsündü. Fakat kizin, basini kaldirip da yüzüne bakmamaktaki direnci, Mosesi cok üzdü. Güclükle barabildigi konusmasini sirasinda cirkin asik, bu güzl kiza bir soru sordu:

“Evliliklerin kutsal bir özelligi olduguna inanir misiniz ?”
“elbette” diyerek yanitladi güzel kiz ve gözlerini yine kaldirmayip Mosesin yüzüne yine bakmadan, kendi de ona bir soru sordu:

“Peki ya siz ?” dedi. “Siz inanirmisiniz buna ?”
MOses bir an bile duraksamadi:
“Evet, bende inanirim” dedi ve ekledi:

“Biliyor musunuz? Her erkek cocugu dogdugunda Allah, onun evlenecegi kizi belirlermis.
 

Benim dogdugumda da benim evlenecegim kiz belirlenmis ve bana ´Senin karin kambur olacak `demis. O zaman ben bir istekte bulunmusum Allah´dan. “Allah ım, kambur bir kadin bir trajedi olur, Lütfen onun kamburlugunu bana ver ve onu güzel bir kadin yap demistim”

Mosesin bu sözlerinden sonra Frumtje gözlerini yerden kaldirdi, onun gözlerinin icine bakti ve elini uzaatip, Mosesin elini tuttu.

 

Ve daha sonra da onun, sevgili esi oldu. Bu anlatigimiz bir “peri masali” degil, ünlü Alman besteci Mendelssohn´un büyükbabasi ile büyükannesinin evlenmerinin öyküsüdür.

Link to comment
Share on other sites

1524914_977848025579936_1490727121769601

TEK AYAKKABI
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayak...kabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona b
ir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Bir kız isteme olayında, kızın babası erkek tarafına söyle der:
- Efendi, benim kızı isteyen çok, sizin neyiniz var, neyiniz yok?

Delikanlı girer söze:
- Rahman ve Rahim olan Allah kendisini zikredeni aç bırakmaz. O Âlimdir. 
Çalıştığım yere El Hâfiz der öyle girerim.
Neyiniz var diyeceksiniz. Hiçbir şeyim yok; çünkü O'dur Malik-ül Mülk.
Ya paran biter de karanlıkta kalırsanız diyeceksiniz, En-Nûr deriz aydınlanır evimiz...
Kızımı asla bırakmayacaksın derseniz, söz veremem; çünkü kullar değil, Halik olan Allah'tır Bâki olan.
Varsın kimse sevmesin bizi, El-Vedud kâfidir.
Kızım senden bir şey gizlerse ne yaparsın demenize gerek yok. Yüreği el veriyorsa istediğini yapsın. Rabbim Basirdir, Es-Şehittir. Her şeyi bilir.

Yani kısacası bir Rabbim var, bir de Rabbimin En Sevgilisi (s.a.v)...
Benim de kızınızdan isteklerim var. Nur süresi 31. Ayeti yaşayacak. Edepli olacak. El Haya-ül Minel İmandır (Hâyâ duygusu imandandır) çünkü.
Beni sevecek, ölene kadar ellerimi bırakmayacak.
Benim uykum ağırdır. Sabah namazına kalktığında beni gerekirse vura vura uyandıracak.

Baba girer söze:
- İyisin hoşsun, peki başınızı sokacak bir eviniz var mı?

Delikanlı cevap verir:
- Yok dersem kızınızı vermeyecek misiniz?

Baba:
- Hayır, evlat, ben size ev yaptıracağım.

  • Like 2
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Az önce o adama ne dedin ?

- Daha hızlı çalışmasını söyledim !
- Ona ne kadar ücret veriyorsun ?
- Günde 15 dolar !
- Ona vereceğin parayı nereden buluyorsun ?
- Malları satıyorum !
- Bu malları kim üretiyor ?
- O yapıyor !
- Bir günde kaç tane mal üretiyor ?
- 50 dolarlık.
- O halde, bırak ona ödeme yapmayı, kendisine daha hızlı çalış demen için sana günde 35 dolar ödüyor !
- Ha?
- Ama … Makineler bana ait !
- Peki bu makineleri nasıl elde ettin ?
- Malları satıp aldım !
- İyi de o malları kim yaptı ?
- Kapa çeneni … Seni duyabilir !

Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Bir üniversitenin kütüphanesinde oğlan kızın masasına yaklaşarak yavaşça sorar:
"Yanınıza oturabilir miyim?"
Kız, yüksek sesle yanıt verir:
"Gecemi sizinle berbat etmek istemem..!"
Kızın sözlerini herkes duymuş, başlarını kaldırmış, dik dik ayaktaki oğlana bakmaktadırlar. Oğlan çok utanır ve hiçbir şey
diyemeden,şaşkın şaşkın kendi masasına geri döner. Birkaç dakika sonra kız yerinden sessizce kalkar, oğlanın masasına yaklaşır ve ona yavaşça şöyle der:
"Ben psikoloji öğrencisiyim; demin,şaşıran bir erkeğin nasıl
tepki vereceğini öğrenmek istemiştim; bu arada sizi de herkesin önünde biraz utandırdım sanırım, özür dilerim!"
Bu kez oğlan onu yüksek sesle yanıtlar:
"Bir geceliğine 200 dolar mı ? Çok para..!"
Oğlanın dediklerini de yine herkes duymuştur ve bu kez ayaktaki kıza dik dik bakmaktadırlar ki, oğlan şoka girmek üzere olan kızın kulağına yaklaşıp şöyle fısıldar:
"Ben de hukuk öğrencisiyim: çevreye birini suçluymuş gibi nasıl gösterebilirim öğrenmek istemiştim, özür dilerim!

Link to comment
Share on other sites

“Bir gün Hz. Süleyman peygamber halısının üstüne binmiş. Başlamış ülkenin üstünde gezinmeye, bir yandan da güzelliklere dalmış.

-Ne güzel şeylere sahibim, diye söylenmiş.
Halı bir anda eğilmeye, aşağı doğru gitmeye başlamış.
Hz Süleyman peygamber (a.s) telaşla;
-Halı doğrul! demiş. Halı biraz daha eğilmiş.
-Halı doğrul ben Cihanlar Sultanı Sultan Süleyman.
Halı biraz daha eğilmiş. Hz. Süleyman bir kez daha;
-Halı doğrul ben Peygamber Süleyman! demiş.
Halı düştü düşecek. Hz. Süleyman daha gür bir sesle seslenmiş halısına;
-Halı, doğrul diyorum sana!

Halı cevap vermiş;

-Asıl sen doğrul Süleyman, bunların hepsi Allah’ın, hiçbir şeyi kendinden bilme.”
Bu kıssayı anlattıktan sonra bana dönüp ;

-Gücü, saltanatı, varlığı, bilgiyi kendinden bilme, hiçbir şey senin gözünü büyülemesin. Eğer büyülerse “Halıyı değil, kendini doğrult!” dedi.

Evet, kendimizi doğrultmamız, kendi kendimizin farkında olmamız gerekiyor. Yanlışlarımızı, zayıf ve güçlü yanlarımızı bilmemiz, yaşamımızın kendi kontrolümüz altında olup olmadığını fark etmemiz gerekiyor.

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç tel saç görmüş.
" Hım,......... demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım. "
Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş.
Ertesi gün kalkmış, aynaya bakmış, kafasında iki tel saç kalmış.
" Hım. " demiş, " bugün saçımı ikiye ayıracağım."
Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş.
Bir ertesi gün yine kalkmış, aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var.
" Tamam, tamam. “ demiş. “ artık bugün atkuyruğu yaparım."
Öyle de yapmış ve çok çok güzel bir gün geçirmiş.
Daha bir ertesi gün aynaya baktığında, kafasında bir tek tel bile kalmamış.
" Wow! " diye bağırmış. " Bugün saç derdim yok. "
Bakış açısı her şeydir. Gerektiğinden kibar ol. Tanıdığın herkes kendi savaşını yaşamakta zaten.
Basit yaşa: Cömertçe sev, yürekten düşün sevdiklerini.

Link to comment
Share on other sites

Akıllı Olmak Insanı Tehlikelerden Korur... Zarar vermeden ...Zahmete Sokmadan

 

Adamın biri Afrika'da safariye çıkarken, yanına köpeğini de almış.

Köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.

Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.

Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpek.

Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş.

Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.

Leopar tam saldıracakken köpek kendi kendine konuşmuş:

Ne kadar lezzetli bir leoparmış.

Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı..?

Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:

Leopar tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş.

Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.

Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış.

Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna:

Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım demiş.

Az önceki yerde bekleyen köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.

Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış.

Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.

Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:

Şu aptal maymun da nerede kaldı..?

Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok..!

Akıllı Olmak Insanı Tehlikelerden Korur... Zarar vermeden ...Zahmete Sokmadan

 

 

İyi insan olmak başka, 
insanlara iyiliği dokunan insan olmak başkadır.
Havanın çok soğuk olduğu bir günde erenlerden biri pencereden dışarıyı seyrediyormuş. 
Dışarıdan yoğurtçunun sesini duyup, hanımına seslenmiş: “kap getir de yoğurt alayım”. 
Hanım, “yoğurt var. İhtiyacımız yok!” deyince. 
Mübarek, “bizim İhtiyacımız yok ama ihtimal yoğurtçunun ihtiyacı var ki bu soğukta bu sokaktan üçüncü geçişi” demiş.

 

 

Edited by yineben
  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

  • 4 hafta sonra ...
100 Dolarlık Bir Ders
 
Meşhur bir hatip konuşmasına 100 dolarlık bir banknotu elinde tutarak başladı.
- Bu 100 dolarlık banknotu kim ister? diye sordu.
 
Salonda eller tek tek havaya kalktı.
- Tamam. Bu 100 doları içinizden birine vereceğim, ama önce lütfen müsaade edin , dedi ve banknotu iyice buruşturduktan sonra tekrar sordu:
- Hâlâ kim istiyor?
 
Salonda aynı eller havaya kalktı. Bu defa, adam, banknotu yere attı ve ayakkabısıyla ezdi. Ardından eğildi ve parayı aldı. Banknot kirli ve buruş buruş olmuştu.
- Hâlâ isteyen var mı? diye sordu.
 
Salonda eller tekrar havaya kalktı.
- Arkadaşlar, sanırım hepiniz çok önemli bir ders öğrendiniz. Paraya ne yaparsam yapayım siz hâlâ onu istemeye devam ettiniz, çünkü biliyordunuz ki, bu banknot değerinden bir şey kaybetmedi. İşte bunun gibi, bizler de hayatta çok zor durumlarla karşı karşıya kalırız. Zirveden aşağılara düşeriz, istiskale uğrarız; üzerimizden basıp geçerler; bütün o olumsuz hadiseleri yaşarken, eğer kişiliğimizi muhafaza edersek, başımıza ne gelirse gelsin değerimizi asla kaybetmeyiz.
  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

OKYANUSUN ORTASINDA ZOR SEÇİM ...

Bir öğretmen, derslerinden birinde şu hikayeyi anlatır:

“Seyir halinde bir gemi… Yolcular, güverteye çıkmışlar eğleniyorlardı… Ancak, işler her zaman yolunda gitmez!.. Gemi, aniden bir kazaya uğradı ve denizin derinliklerine doğru batmaya başladı…

Güvertedeki yolcuların arasında evli bir çift bulunuyordu, korku içinde can havliyle kurtarma botuna doğru koştular… Ancak botta sadece bir kişilik yer kalmıştı…
Adam, o an karısını ardında bırakarak botun içine atladı… Kadın, güvertede yapayalnız kalmıştı…

Gemi, neredeyse batmak üzereydi…
Deniz, kadını kendine çekiyordu…

Kadın, bir yandan dalgalarla boğuşurken diğer yandan eşine sesini duyurmak istiyordu… 
Söylemek istedikleri vardı… 
Bağırmaya çabalıyordu…”

Öğretmen, bu noktada sustu, hikayeye devam etmedi.

Sınıfa şu soruyu yöneltti:
“Sizce, kadın ne söylemiş olabilir?”
Herkes bir şey söyledi. Kadının söylemiş olabileceği cümleyle ilgili tahminler çoğunlukla şöyleydi: “Senden nefret ediyorum. Ne kadar da körmüşüm seni hiç tanımamışım…”
Aldığı cevaplar öğretmeni memnun etmedi…

Öğretmenin dikkatini bu süreç zarfında sessiz, sakin ve yorumsuz kalan bir erkek öğrenci çekti… 
Ona doğru yöneldi, aklına gelen bir şey varsa söylemesini cevabını öğrenmek istediğini söyledi. Çocuk bir süre sessizlik içinde kaldı ve sonra dedi ki:

“Öğretmenim, benim düşünceme göre kadın, kocasına ‘Çocuğumuza iyi bak, onu koru kolla…’ diye bağırmıştır.”

Öğretmen, hayret içerisinde kalmıştı, öğrencisine sordu:
“Sen, bu hikayeyi daha önceden duymuş muydun, biliyor muydun?”
Çocuk, kafasını salladı ve dedi:
“Hayır, duymadım. Annem, hasta olup bizi bu dünyada terk etmeden önce babama aynı bu sözcükleri söylemişti.”

Öğretmen hüzün dolu bir sesle dedi ki:
“Evet, cevabın doğru…”

Sonra anlatmaya devam etti:
“Gemi, giderek suların altına batıyor, denizin derinliklerine doğru çekiliyordu…
Adama gelince… Evine sağ salim ulaşır ve tek başına kızını büyütür, yetiştirip eğitir.. Seneler geçer… Ve bir gün adam karısına ulaşır…
Bir gün, kızları babasının ardından kalan evrakları düzenlerken hatıra defterini bulur…

Ve anlar ki… Bu yolculuğa çıkmadan önce annesi amansız bir hastalığa yakalanmıştı… fazla zamanı kalmamıştı… Ve aslında o hassas anda, babası kızlarını büyütebilmek için hayatta kalma umudu yakalamıştı…

Babasının yazdıklarını okumayı sürdürür:

‘Aslında o kadar can atıyordum ki okyanusun derinliğinde seninle birlikte olmak için… Buna rağmen kızımızın uğruna, senin tek başına dalgalar arasında kaybolmana razı oldum’…”

HİKAYE, BÖYLECE SON BULUR…

Selam ve dua ile ...

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Anne ile Baba Arasındaki Fark 

Anne dışarıda alış-verişteydi. İki buçuk yaşındaki bebeğe babası gözkulak oluyordu.
Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde 'çay seti' oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna iştirak ediyordu.

Derken anne eve geldi. Baba anneye sus işareti yapıp, bebeği izlemesini istedi. Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini istiyordu.
Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyretti.

Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:

'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun, değil mi?'

Sonuç-1: Anneler evlatlarını çok sever ve onlara dair her şeyi bilir.
Sonuç-2: Babalar evlatlarına dair bir çok şeyi bilmez ama onları çok sever.

Link to comment
Share on other sites

  • 3 hafta sonra ...

Telesekreter Mesajı

Kaliforniya'daki 'Pacific Palisades' adlı okulda okuyan çocukların 
velileri,bütün okulu ve öğretmenleri dava ediyor;çünkü bütün dönem boyunca 15 
ile 30 gün arasında devamsızlık yaptıkları halde çocuklarının derslerden 
kalmasını kabul etmiyorlar (Hayırsız veli -.-)
 
Velilerin neredeyse tehdide varan 
itirazlarıyla baş edemeyen okul yönetimi,en sonunda telesekreter mesajını 
aşağıdaki şekilde değiştiriyor ve 'Yılın Telesekreter Mesajı'(Öyle ödül mü var? 
-,-) ödülünü alıyor.
 
'Merhaba!Pacific Palisades'e hoşgeldiniz.Bu bir otomatik mesajdır.Lütfen 
seçenekleri tek tek dinleyerek istediğiniz departmanla ilgili tuşa basınız.
 
-Çocuğunuzun neden devamsızlık yaptığı konusunda yalan söylemek için 1'e...
 
-Çocuğunuzun neden ödevini yapmadığı konusunda yalan söylemek için 2'ye...
 
-Bizim hangi konularda işe yaramadığımızı dile getirmek için 3'e...
 
-Evinize gönderilen ve alıcı imzanız üzerinde olduğu halde almadığınızı iddia 
ettiğiniz uyarı mektupları için 4'e...
 
-Müdür ve diğer yetkililere küfür etmek için 5'e...
 
-Çocuğunuzu her sabah en az 10 dakika bekleyen okul servisi hakkındaki 
şikayetleriniz için 6'ya...
 
-Süper kabiliyetli mükemmel çocuğunuzun beceriksiz öğretmeninden yakınmak için 
7'ye...
 
-Bıraksanız bütün okulu yiyecek çocuğunuzun yetersiz bulduğu okul 
mönüsünden(Böyle mi yazılıyordu?-.- Kendim çeviriyorum -.- Zor anlar -.-) 
şikayet etmek için 8'e basınız...
 
Çocuğunuzun gerçek bir dünyada yaşadığının farkındaysanız ve sorumluluk almayı 
öğrenmesini istiyorsanız,bunun için de ona verilen ödevleri zamanında ve tam 
olarak yapmasının çok önemli olduğuna inanıyorsanız,ayrıca eğitimin ilk önce 
ailede başladığının bilincinde olmanız dileğiyle...
 
Lütfen telefonunuzu kapatmayı unutmayın...
İyi günler...
 
 
TIMARHANE 

Lloyd George, 1915 yılında Maliye Bakanı iken bir yere gitmek için arabasına binmiş. 

Araba bir müddet gittikten sonra, şoför:

"Efendim, arabanın ön lambaları yanmıyor galiba, deyip arabadan inmiş. 

Şoför arabadan inince, ‘’ Arabanın arka lambalarına da ben bakayım’’ diyen Lloyd George de arabadan inmiş. 

Ön lambaları ayarlayan şoför, ‘’ İşim bitti.’’ demiş, arabaya atlayıp gitmiş. Şoför, bakanın da arabada olduğunu sanıyormuş.

 Araba gidince, ne yapacağını şaşıran bakan; sağa sola bakmış, 'bir taksi bulup gideyim' diye düşünmüş ama kendisini, 8 km ötedeki evine götürecek tek bir vasıta bulamamış. Başlamış yürümeye…

Yol üzerindeki büyükçe bir binanın ışığının yandığını gören bakan, ‘’ Şurada biraz dinlenir, beni götürecek vasıta temin ederim. ‘’ diyerek evin kapısını çalmış. İri yarı bir adam kapıyı açıp sormuş:

"Ne istiyorsun? "

Ben Maliye Bakanıyım da beni içeri alır mısın? Demiş Lloyd George.

Adam sinirlenerek kapıyı kapatırken: 

"Burada yeteri kadar Maliye Bakanı var."demiş.

Adamın davranışına bir anlam veremeyen Bakan, binanın tabelasını okumuş: ‘’ Tımarhane ‘’

Edited by yineben
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Barış Manço’dan Fransızlara ibretlik ders

 

Barış Manço Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur. Stüdyoda küstah bir spiker vardır ve Barış Mançoile dalga geçmektedir. Sürekli, “Türkler barbar, vahşi vs…” demektedir…

Barış Manço bu sözlere daha fazla dayanamaz ve spikere “Yanınızda kâğıt para var mı ?” diye sorar ! Barış Manço’nunsorusuna anlam veremeyen spiker “Evet var ama n’olacak” der. Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paralarıçıkartır.

Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında “Anahtar” adlı şarkısını söylemiştir. (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992) Bu şarkının bir bölümü şöyledir : “Beş Akif bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan

Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir.

Barış Manço spikere sorar : “Paralarınızın üzerinde fotoğrafları olan bu kişiler kimlerdir acaba ?” Spiker yanıtlar : “General” Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır : “General, Amiral, Komutan” Spikerin bu “falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan” cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebindeki Türk paralarını çıkartır ve der ki : “Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy’dur. Kendisi Şairdir. Bu fotoğraftaki kişi ise Mevlana’dır. Kendisi düşünürdür. Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’dir. Adaletin sembolüdür. Bu paradaki kişi ise Mustafa Kemal Atatürk’tür. “Yurtta barış, dünyada barış” diyen kişidir. Bizim paralarımız bunlar. Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın üzerine şairlerimizin, düşünürlerimizin, bilimadamalarımızın fotoğraflarını bastık. Siz Fransızlar barbar ve vahşi olduğunuz için paralarınızın üzerine hep savaş adamlarının fotoğraflarını basmışsınız !” der.

 

Barış Manço’nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, hemen başka bir spiker gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Manço’dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir.

Bu olayın gerçek olup olmadığı internette çok tartışıldı. Olayın gerçek olduğu iseyazar Murat Yatağanbaba tarafından doğrulanmıştır. Yatağanbaba bu olayı 1990yılındaki Denizli konserinde, bire bir Barış Manço’nun kendisinden dinlemiştir. Ayrıca vefatından sadece bir kaç ay önce Barış Manço bu anısını bir kez de Marmara Üniversitesi, Göztepe kampüsünde katıldığı programda dile getirir.

Edited by yineben
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

Bir gün dostları Hoca’ya:
Dünyada en tehlikeli ve korkunç hayvan hangisidir?
Diye sormuşlar. Hoca hiç düşünmeden:
İnsandır, demiş.
Dostları bu cevaba hayret etmişler ve itiraz ederek:
Bu nasıl olur? Diye sormuşlar. Hoca şu açıklamayı yapmış:

Köpek ekmeğini yediği adama hıyanet etmez. Yılan kendisine dokunmayanı sokmaz. Kurt, insanın bulunduğu yerlerden uzakta yaşar. Halbuki, insan, hiç de böyle değildir. O kendisine iyilik edene bile fenalık yapar. Siz, hiç dünyada, kendi cinsine insanlar kadar kötülük eden bir varlık gördünüz mü?

Link to comment
Share on other sites

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı.

 

Patates ekini için bahçeyi bellemesi
gerekiyordu, lakin bu çok zor bir isti. Tek oğlu olan David ona yardim
edebilirdi fakat o da hapisteydi.

Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve derdini anlattı.

 

Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kotu hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün
derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler Baban

 

Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı

 

Babacığım,
Tanrı aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.
Sevgiler David

 

Ertesi gün sabaha karsı 4'de FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı
kazdı lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaslı adamdan özür dileyerek
gittiler. Ayni gün yaslı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

 

Babacığım,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini
yaptım.

Edited by yineben
Link to comment
Share on other sites

İDAM SEHPASINDAKİ GENÇ
.
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken,
huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim
babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine
getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence
dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer "anlat bakalım nasıl
oldu" diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde
olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye
çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere
getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir
güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor.
Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların
bahçesinden meyve koparmasına engel
olamadım. Arkadaşların babası içerden
hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta
öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir
taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat
arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan
ibaret" dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası
idam. Üstelik suçunu da kabul ettin" dedi. Bu
sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya
başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım.
Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın
bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için
saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı
infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz
için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz.
Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti
kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde
yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine
kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz
atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz.
Peygamber Efendimizin (sav) en iyi
arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle
müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir.
Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der.
O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest
bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere
ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri
gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin
gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a
verilecek idam yerine maktulün diyetini
vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz
ve "babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz"
derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı
verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz
ederim.
Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet
içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve
insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer
gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin
vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve;
- 'AHDE VEFASIZLIK ETTİ' demeyesiniz diye
geldim, der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni
As'a der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun.
Nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir
cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.
'İNSANLIK ÖLDÜ' dedirtmemek için kabul ettim,
der.
Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel "babamızın kanı yerde kalmasın"
diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir: MERHAMETLİ
İNSAN KALMADI' demeyesiniz diye…

  • Like 3
Link to comment
Share on other sites

  • 2 hafta sonra ...

TÜM VELİLER OKUSUN!
Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi. Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman hemen “Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ediyordu. Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi.
Bunun üzerine destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “Padişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. Padişahım oğlunuz, ciğerpareniz Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.
II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.
Ertesi gün yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.
Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.
Eğitimin ne olduğunu II.Murat kadar olamasa da; en azından kendi çocuğunu yanlış yollara süreklemeyecek kadar idrak etmiş anne ve babalara ihtiyaç var. Unutmayalım, Çocuklar şımarık doğmaz; diplomalı,maaşlı ama eğitimsiz ebeveynler tarafından şımartılır.....

  • Like 1
Link to comment
Share on other sites

Hz. İsa aleyhisselam birgün seyahat ederken dağda bir ihtiyara tesadüf eder ki, ihtiyar güneşin sıcağında ibadet ve taat ediyor. Hz isa aleyhisselam :

Ey ihtiyar, güneşten, kardan ve yağmurdan korunacak derecede bir ev yapıp da içinde ibadet etsen olmaz mı? 700yoldan fazla

ömür sürülmezmiş.o sebeple bu kadar ömrü dünya tamirine sarf etmeyi uygun görmediğim için, bu hali seçtim Ey iihtiyar sana

bundan daha acayip birşey haber vereyim:Ahir zamanda bir kavim gelecek ve çoğunun ömürleri 100yıla varmayacak Böyle olduğu halde 1000yıllık ömür tedarik ederek, çok yüksek binalar, köşkler, bağ ve bahçeler ve nice mülkler bina edecekler

Ya isa, eğer o zamanda olsaydım ALLAH u teala hakkı için o kadar ömrü bir secdede, geçirirdim der ve yanında bulunan bir mağradaki acayip şeyleri göstermek üzere Hz isa aleyhisselamı oraya davet eder beraberce mağaraya girerler ki yüksek bir taht üzerinde bir meyyit ve baş ucunda bir mermer direk vardır Direğin üzerinde ise şunlar yazılıdır.

Ben filan padişahım 1000yıl ömür sürdüm 1000şehir inşa ettim ve

1000tane bakire kız aldım 1000tane padişah ile harp edip, askerlerini helak ederek, memleketlerini ellerinden aldım Fakat netice de bu hale geldim Ey akıllı ve alim olanlar benden ibret alın 
HZ isa aleyhisselam, bunu görünce hayrette kalır yoluna devam eder

Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Share

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...