Jump to content

Süleyman Nazif


tarihogretmeni

Recommended Posts

SÜLEYMAN NAZİF (1869 – 1927)

apo00031nt0.jpg

Süleyman Nazif, 1869 tarihinde Diyarbakır’da dünyaya geldi. Diyarbakır’ın eski ve aydın bir ailesine mensuptur. Babası şair ve tarihçi Said Paşa, dedesi Süleyman Nazif Efendi, büyük dedesi İbrahim Cehdi Efendi, devirlerinin değerli ilim ve edebiyat mensuplarından idiler.

Süleyman Nazif’in tahsili çok özeldir. Farsça'yı babasından, Arapça'yı Muş Müftüsü Emin Efendi'den Fransızca'yı da Aleksandır Gregoryan isimli bir Ermeni'den öğrenmiştir.

Diyarbakır valisi Sırrı Paşa zamanında Meclis-i Vilayet katipliğine getirildi. Ayrıca Diyarbakır Gazetesi ile Vilayet Matbaası'nın idaresi kendisine bırakıldı. Süleyman Nazif'in ilk yazı hayatı bu tarihte başlar (yıl:1893) 1895 tarihli "Diyarbakır Vilayeti Sâlnâmesi"ni kendisi hazırladı.

1897'de bu görevlerden ayrılarak İstanbul'a giden Süleyman NAZİF, orada çok kalmayarak Avrupa'ya kaçtı. Orada Ahmet Rıza Bey'in çıkardığı Meşveret gazetesinde istibdat aleyhine yazılar yazdı. Ayrıca Ahmet Mithat Servetifünun'da çıkan ve parlamenter rejim aleyhinde bulunan bir makalesine cevap olarak Malumu İ'lam isimli risale ile Namık Kemal adlı risalesini Abdullah Tahir takma adıyla bastırdı. Dönüşünde vilayet mektupçuluğu ile Bursa'da ikamete memur edildi. 12 yıl Bursa'da kaldı. Bu süre içinde şiirlerini İbrahim Cehdi takma adıyla Servetifünun dergisinde yayınladı.

İkinci Meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul'a gitti. Ebuzziya Tevfikle birlikte Tasviri Efkar gazetesini çıkardı. Bu basın hayatı da uzun sürmedi.

1909'da Basra Valiliğine tayin edildi. 1910'da Kastamonu, 1911'de Trabzon, 1913'te Musul ve 1914'te Bağdat valisi olarak görev yaptı.

Bu arada bir süre İstanbul'a geldi ve Halk Gazetesi başyazarlığını yaptı (1912). Cenab’la birlikte Hâdisat gazetesini çıkardı. Onun yaradılışı, idari işlerin kaypak ve irade dışı yürüyüşüne uygun değildi. Memuriyetten ebediyen ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Bir çok gazete ve dergilere çeşitli yazılar yazdı. Devamlı olarak yazdığı gazete ise Hadisat'tır.

Süleyman Nazif’in faziletli hayatı, dürüst ahlâkı, faal zekası samimi bir vatan ve millet sevgisi heyecânıyla kaleme alınmış, mensur yazılarıyla şairliğinden daha büyük bir ilgi ve sevgi kazanan Nazif, İtilaf devletlerinin İstanbul’u işgal etmeleri hadisesini, Hadisat’da yazdığı “Kara Bir Gün” feryadıyla ve cesâretle protesto etmiştir.

Yine Fransız kuvvetlerine karşı, çok manalı bir protesto mahiyetini taşıyan ve güya Türk dostu Pierre Loti’yi anmak için 23 Ocak 1920’de Darülfünun’da düzenlenen toplantıda Nazif bütün dinleyicileri coşturan meşhur “Pierre Loti Hitabesi” ile işgal zihniyetine karşı, fikrî, edebî, bir isyan hamlesi yaratmıştır.

Bu konferans Süleyman Nazif’in Malta’ya sürülmesiyle neticelendi. Malta’da iken en güzel vatan ve iman şiirlerini yazdı. 1922’de Malta dönüşünden sonra yine gazetelerde makaleler ile müstakil kitaplar yayınlamaya devam etti.

Çeşitli memuriyetler ve valiliklerde bulunan, yüzlerce makale yazan Nazif, son zamanlarında maddî sıkıntı içinde idi. Nitekim hiçbir zaman dürüstlükten ayrılmayan yazarımızın 4 Ocak 1927’de vefatı sırasında cebinden sadece ve sadece 3 nikel kuruş çıktığı bir gerçektir.

Cenaze giderleri, Türk Hava Dergisine yaptığı bir çok yazı yardımlarının yüklediği manevî bir borçla Türk Hava Kurumu tarafından karşılandı.

Süleyman Nazif’in cenazesi, Belediye cenaze arabasıyla Ayasofya’ya getirildi. Namazı orada kılındıktan sonra Edirnekapı dışında toprağa verildi. Kabri İstanbul Belediyesi’nce yaptırıldı. Daha sonra vefat eden büyük Türk şairi Mehmet Akif de hemen yanı başına defnedilmiştir.

Süleyman Nazif’in Fizikî ve Ruhî Yapısı

Süleyman Nazif, uzuna yakın orta boylu, geniş omuzlu, karşısındakine güçlülük duygusu veren dolgunca bünyeli, bu bünye üzerinde esmer, yağız bir çehre ve onu çevreleyen simsiyah bir sakala sahipti ki son yıllarında sakalının yarıdan fazlası beyazlaşmıştı.

Orta büyüklükte hafif kemerli burnu, hele üst sırası konuşurken dışarıda kalan ve hançer gibi parlayan dişleri bu yağız yüzün heybetini arttırdı. Gözlerine bakmasanız yüzünü biraz karanlık ve belki de korkunç bulursunuz. Fakat siyah birer alev parçası gibi şimşeklenen göz bebekleri gönlünüzü hemen saygı ve sevgi ile kendine çekerdi.

Sohbeti tatlı, nükteleri, hazırcevaplığı hakikaten emsalsizdi.

Giyinişi de vakarına uygundu. Ekseriyetle siyah ve koyu renk giyinir, sıcak havalarda bile kolalı yakalık takar, melon şapka giyer, yazın bazı günler hasır şapka kullanırdı.

Edebi Kişiliği

Süleyman Nazif’in gerek Servet-i Fünun’dan önce, gerek Servet-i Fünun yıllarında yazdığı şiirler, içli ve mahzun bir ruhun terennümleri halindedir. Onun 1906’da Mısır’da neşrettiği Gizli Figanlar adlı ilk şiir mecmuasında, yurdun elemleri için söylenilmiş şiirler, Namık Kemal ve Hâmid tesiri ile kaleme alınmış manzumeler vardır.

Süleyman Nazif’in edebî hayatında en parlak devir, meşrutiyetten sonra, milletçe ve vatanca uğradığımız büyük felaketlere ve haksızlıklara isyan eden engin bir millet ve vatan sevgisiyle yüklü, eserler meydana koyduğu devirdir. Bu devirde Nazif yine Namık Kemal’i hatırlatan canlı heyecanlı ve selâbetli bir üslupla daima haykıran erkek sesli bir lisanla daha çok mensur yazılar yazmıştır. Bu sanatkarın zihnini saran hadiselerin ruhuna varan, kuvvetli bir zekası ve bu zekadan kuvvet alan derin tesirli bir ifadesi vardır. Türk ırkının meziyetleriyle Türk milletinin tarihi faziletlerine hayran olan san’atkârın böylesine büyük bir milleti, Trablusgarp harbi, Balkan harbi, Birinci dünya harbi gibi ıstırabdan ıstıraba sürükleyen haksızlıklar yıpranır bir halde görerek, duyduğu samimî elemle yükselttiği erkek sesli isyan feryatları, millî edebiyâtımızın her zaman sevgiyle anacağı unutulmaz hatıralar arasındadır. Malta’ya sürüldüğü zaman içten duyulmuş bir vatan hasretiyle söylediği; Dâüssıla isimli güzel şiiri; milletinin tarihî azametiyle ve çağının bütün felâketlerine rağmen ümid beslediği büyük yârını ile gururla övünen diğer îmanlı manzumeleri, bilhassa aynı vasıfları taşıyan içli ve âhenkli mensur yazılarıyla Süleyman Nazif Servet-i Fünun’un umumî havasından ayrı, bir vatan şâiri bir milli heyecan san’atkârıdır.

Süleyman Nazif, Osmanlı Edebiyâtı târihini de diğer Servet-i Fünun’culardan daha iyi biliyor ve ailesi arasında bir gelenek halinde yaşayan Divan Şiiri kültürüne kuvvetle vâkıf bulunuyordu. Babası Said Paşa ve dedesi İbrahim Cehdi Efendi devirlerinin tanınmış divan şâirleriydiler. Türk şiirinin eski ve büyük san’atkârlarını yalnız şâir oldukları için değil, aynı zamanda birer Türk büyüğü oldukları için seviyorlardı. San’atkârın Avrupa Edebiyatında sevdiği ve beğendiği şâirler Sully Prudhomme gibi kuvvetli vatan şiirleri yazmış simâlardı.

Süleyman Nazif’in olgunluk çağında yazdığı manzumeler, gittikçe daha sâde ve daha samimi bir lisanla söylenmişlerdir. Fakat onun en güzel eserleri muhtelif gazete ve mecmualarda neşrettiği daha çok vatanî ve millî heyecanlarda çok sayıda makale ve üsluplu mensureleridir.

KARA BİR GÜN adlı meşhur makalesi

‘‘Fransız generalinin dün şehrimize gelişi dolayısıyla bir kısım vatandaşlarımız tarafından yapılan gösteriler, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terkedeceğiz. Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e girdikleri sırada, Büyük Napolyon'un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer tákının altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti.

Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azábı duymamıştı. Çünki ‘‘Fransız’’ námını taşıyan her kişi, çünki yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o millî matem karşısında aynı keder ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.

Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim álîcenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay-huy şamatasıyla bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. ‘‘Buna müstehak değildik’’ diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felákete düşmezdik. Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva'yı Şarlken'in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da gizli imiş. Araplar’ın güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’ (Sen sabret, çünki zaman sabretmez) derler’.

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

CENK TÜRKÜSÜ

Gözde tüter dumanları

Bak Şıpka'nın balkanları

Hâlâ sızar al kanları

Ayrılmıştık otuz sene

İşte Şıpka geldik gene

Plevne'den bir ses geldi

O ses yüreğimi deldi

Ah o günler ne güzeldi

Ayrı düştük otuz sene

Şanlı meydan geldik gene

Yolumuzu bağlamasın

Dalgaların ağlamasın

Ağlar gibi çağlamasın

Görüşmedik otuz sene

İşte Tuna geldik gene

TÜRK İLÂHÎSİ

Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak,

Neler yapmış bu millet, en yakın târihe bir sor, bak.

Yerim sensin, göğüm sensin, cihanım, cennetim hep sen :

Nasıl bir zinde millet çıktı gördüm hasta sînenden.

Evet mecruh idin, mecruh iken de vardı îmânın,

Ümîdin, kuvvetin, azmin, kanın, aşk-ı hurûşânın.

Eğer necm ü hilâl olsaydı âfil, muzmahil,

Türk’süz; Kalırdı bizce yıldızlar, kamerler kimsesiz, öksüz.

Yaşattın, çok yaşa, târihimi ikbâl ü izzetle,

Koşar âtî, koşar mâzî seni tebcîle minnetle.

Yerim sensin, göğüm sensin, cihanım, cennetim hep sen :

Nasıl bir şanlı millet çıktı gördüm canlı sînenden.

SÜLEYMAN NAZİF’TEN NÜKTELER

KÖMÜR KARASI

Süleyman Nazif l.Dünya Harbi sıralarında geçim sıkıntısından kömür alışverişine başlar.Tanıdıklarından biri bunu duyunca yanına gider:

-Sen yıllarca valilik etmiş yüksek devlet memurluklarında bulunmuş,üstelik memleketin ünlü yazarlarından birisin.Böyle küçük işlerle uğraşmak sana yakışır mı?..der.

Süleyman Nazif dostunun sorusunu şöyle cevaplar:

-Dostum bu savaştan hiçbirimizin yüz akıyla çıkacağımızı ummuyorum;Hiç olmazsa benimki kömür karası olsun!...

BEYEFENDİNİN SUYUNU YIKA DA GETİR

Süleyman Nazif ve Abdülhak Şinasi birlikte yemek yerken, Abdülhak Şinasi garsonu çağırıp su istemiş. Edebiyatımızın bu zarif şahsiyeti, kirden ve mikroptan aşırı derecede korkarmış. Hem de eldivenle el sıkacak kadar.

Süleyman Nazif, bunu bildiği için garsona seslenmeden edememiş:

- Oğlum, beyefendinin suyunu yıka da öyle getir...

ÇOK ŞÜKÜR UCUZ KURTULMUŞUZ

Bir gün gazetede,telaşla gelirler

-Üstadım, fena bir yanlışlık olmuş, sizin yazınızın altında "Florinsalı Nazım'ın imzası çıkmış derler.

Nazif, rahat bir nefes alarak der ki:

-Çok şükür ucuz kurtulmuşuz! Ya onun yazısı altında benim imzam çıkmış olsaydı!....

GAZETELİ RESİM

Sedat Simavi, haftalık "Resimli Gazete"yi çıkarmaktadır.Gazetesinde pek çok resim bulunmasını istediği için, bir gün Nazif'e yazılarını kısa kesmesini rica eder.Nazif'in cevabı şu:

-Birader,siz Resimli Gazete değil,gazeteli resim çıkartmak istiyorsunuz galiba!

AHMET HAŞİM’İ BARİ KAYBETMEYELİM

Bir mecliste, adamın biri, Ahmet Haşim'i "Bağdatlıdır, Araptır" diye çekiştirmiş. Nazif, yalvarırcasına onun sözünü kesmiş:

-Aman, demiş. Bağdat'ı kaybettik bari Ahmet Haşim'e kıymayalım.

İNGİLİZLER İNSAN ETİNİ BAŞKASINA YEDİRİR Mİ?

Nazif, Malta dönüşünde, Ahmet Haşim'le görüşüyor, sürgünde çektiklerini anlatıyordu:

-Birader, dedi. Bize konservenin ilk icat edildiği zamandan kalma konserveler yedirdiler. Haşim ona takılmak için:

-İnsan etinden mi? diye sordu.

-Yok canım!İnsan eti olsa,İngilizler onu başkalarına yedirirler mi?

KANARYA

Süleyman Nazif’te bir aralık bir kuş merakıdır başlamıştı. Hindistan’dan hediye edilen bir kanaryaya karşı büyük bir ihtimam gösteriyor, kafesini temizliyor, ala yemler buluyor, her gün kafese yeni bir süs ilave ediyordu.

Cenap Şehabettin, bir gün kendisini ziyarete gelmişti. Üstadı yine kafesi temizlerken buldu. Bir yaz günüydü, bütün pencereler açıktı. Süleyman Nazif hem konuşur, hem de meşgul olurken kafesin kapısı açık bulan kanarya, birden bire fırladı, pencereden uçup gitti.

Şaşkına dönen Nazif, bön bön etrafına bakınırken, Cenap Şehabettin, sürekli bir şekilde kahkahalarla gülmeye başladı. Birden tepesi atan Nazif:

- Bu kadar gülünecek ne var Cenap!!!

- Bu bir gidiş ki, anın ihtimali avdeti yok! Kuş uçup gittikten sonra ister gül, ister ağla!...

KİRALIK EV

Bir toplantıda bazı büyük adamların ölümünden sonra onlara yaşadıkları evlerin bir müze haline getirildiği ve üzerine levhalar asıldığı konu edilirken, toplantıya katılan şair Nazım, Süleyman Nazif'e dönerek: Üstad ben ölünce kapımın üzerindeki levhaya ne yazarlar. Süleyman Nazif gayet ciddi:

Kiralık Ev.

BİR İNGİLİZ KADINLA EVLENSENİZE

Birinci Dünya Savaşı yılları... İstanbul İngiliz işgali altında... Büyük vatansever Süleyman Nazif, ünlü “Kara Gün” adlı makalesini neşreder. İngilizler apar-topar merhumu Malta Adası’na sürerler.Orada birçok vatanperverin yanında Enver Paşa’nın yine paşa olan babası da vardır. Bir gün dolaşırlarken Süleyman Nazif, Enver Paşa’nın babasına “Paşa, Paşa!”diye seslenir ve sonra aralarında şu konuşma geçer:

“Buyur, Süleyman!”

“Yahu, Paşa! Sen burada bir İngiliz hatunla evlensene!”

Enver Paşa’nın babası oldukça şaşkınlık ve hayret içinde sorar:

“Buda nereden çıktı, Süleyman?”

Süleyman Nazif, sözlerini şöyle tamamlar:

“Hani” der, “vaktiyle bir Türk hanımla evlendiniz, ‘Enver’ diye bir oğlunuz oldu ve koskoca Osmanlı İmparatorluğunu batırdı . Belki derim, evleneceğin İngiliz hanımdan da bir oğlunuz olurda , O’da İngiliz imparatorluğunu batırır ve hem biz, hem Dünya bir beladan kurtulmuş olur!”

ONA ALÇAK DİYEMEZSİNİZ

Süleyman Nazif, sevmediği bir herif için demediğini bırakmamış, adamın rezilliği, yüzsüzlüğü, arsızlığı kalmamış, sıralamış...

Ertesi hafta, bir toplantıda, bir genç, sözü aynı adama getirip "Alçağın biridir!" deyince,

Süleyman Nazif müdahale etmiş:

"Hayır, ona alçak diyemezsiniz!"

"Aman efendim, siz geçen hafta neler söylemiştiniz!"

"Alçağın da, bir yüksekliği vardır, bu herif ise, alçak değil, çukurdur, çukur!"

Dostumuz kıskıs güldü: "Hangisi, hangisi?

Dayanamadık:

"Hangisi değil ki!"

DEMEK SENİN KİTAPLARINI BİTİRDİ

Süleyman Nazif hediye ettiği bir kitabı için Midhat Cemal’e sormuş:

-Son kitabımı okudun mu?

Midhat Cemal de şaka olsun diye umursamaz bir tavırla, daha pek küçük oğlunu kastederek:

-Vedat'a verdim, okuyor, demiş.

Süleyman Nazif hemen:

-Ya! Maşallah, demiş, demek senin kitaplarını bitirdi.

MEZBELEYİ YAZARSINIZ

Nazif, Abdülhak Hamit’in yanında sık sık gördüğü hahifmeşrep ve suratsız bir kadından hoşlanmazmış. Bir gün üstadına demiş ki:

- Efendim, Fatma Hanım ölünce “Makber”i yazmıştınız. Şu yanınızdaki de ölürse her halde “Mezbele”yi yazarsınız.

ÇİN İMPARATORUNA ÇEKİLMESİ GEREKEN TELGRAF

Süleyman Nazif, Bağdat valisi iken ordu kumandanlığından şöyle bir telgraf alır:

- Yüz bin okka şeker, 500 bin okka un ve 10 bin okka çay temin edip acele gönderiniz…

Nazif, cevap olarak şu telgrafı çeker.

- Çin imparatoruna çekilmesi gereken telgraf, yanlışlıkla vilâyetimize gelmiştir. Telgrafınız okunmuş ve mesuliyetimiz mahşere kalmıştır.

GÖBEK ATAR

Abdullah Cevdet'le en çok çatışanlardan biri de Süleyman Nazif'ti; biri onun için "Meteliğe kurşun atar" deyince, Süleyman Nazif araya girer:

"Ne kurşunu... Meteliğe göbek atar, göbek!"

SENİ BU HALE BEN GETİRMEDİM YA

Bir gün Süleyman Nazif'in önünü Galata Köprüsü'nde sefil, üstü başı yırtık pırtık, dilsizin biri kesmiş, birtakım garip sesler çıkararak sadaka istemiş. Süleyman Nazif'in zaten canı sıkkın, adamı elinin tersiyle itip "Bana ne!" demiş:

"Seni bu hale ben getirmedim ya!"

ALLAH'A SIĞIN

Süleyman Nazif'le, Abdullah Cevdet hiç geçinemezlermiş, ama birlikte olurlarmış...

Bir yemekte, Abdullah Cevdet, tavuğunu bıçakla keserken tavuğun budu tabaktan fırlamış, Süleyman Nazif'in kucağına düşmüş. Süleyman Nazif şöyle bir bakmış:

"Be mübarek hayvan, bu adamın elinden bana değil, Allah'a sığın!" demiş.

AH PAŞA HAZRETLERİ AH!

Enver Paşa'nın babası, Malta sürgününde kendisini övüyormuş:

"Ben hayatımda harama uçkur çözmedim!"

Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinden Enver Paşa'yı sorumlu tutanlardan, Süleyman Nazif içini çekmiş:

"Ah paşa hazretleri ah! Keşke helale de uçkur çözmeseydiniz de, bu Enver başımıza çıkmasaydı!"

FUZULİ ÖZBEÖZ TÜRK'TÜR

Rıza Tevfik kürsüye çıkar:

"Sizi merakta bırakmamak için kanaatimi hemen söyleyeceğim, sonra da iddiamı kanıtlayacağım. Fuzuli, Türk değil, Acem'dir."

Ön sırada oturan Süleyman Nazif ayağa kalkar:

"Yanılıyorsunuz, Fuzuli özbeöz Türk'tür, Azeri Türk'üdür!"

BENİ KUDUZ HASTANESİNE GÖTÜRÜN

Bir gün, "Eyvah, beni hemen kuduz hastanesine kaldırın" diye bağırdı. Çevresindekiler telaşa kapıldılar: "Ne oldu üstat?" S.Nazif espriyi çoktan hazırlamıştı: "Ne olacak; dilimi ısırdım!"

DUL KADININ KOCASI

Edebiyatçı Celal Sahir Erozan bir sohbette, "Ben bir dul kadının ikinci kocası olmak istemem" deyince keskin zeka Süleyman Nazif atılır:

"Peki birinci kocası mı olmak istersin?"

ÇIKILMAZ, İNİLİR.

Şimdi artık şiir ve nesirlerinden ziyade, espri ve hazır cevaplarıyla hatırlanan şair Süleyman Nazif’in, İçtihat dergisinin sahibi Abdullah Cevdet'le pek araları yoktu.

Nazif bir gün, Cağaloğlu yokuşunda rastladığı bir dostuna nereye gittiğini sordu. Dostu, İçtihat dergisinin üst kattaki idarehanesini kastederek, “Abdullah Cevdet'e çıkıyorum” dedi.

Bunun üzerine Süleyman Nazif, kükrercesine şu karşılığı yapıştırdı:

-Abdullah Cevdet'e çıkılmaz; inilir!

AVRUPA’DA NE KÖRDÜM

Basın ve yayın dünyamızın en uzun soluklu süreli yayınlarından biri olan Servet-i Fünun dergisini çıkaran Ahmet İhsan Tokgöz, aynı zamanda çeşitli kitapların da yazarıydı. "Avrupa'da Ne Gördüm" adıyla kaleme aldığı seyahatname, yazarın en önemli gezi kitaplarından biriydi. O zamanın matbaa tekniğine göre bol resimli ve mükemmel bir şekilde basılıp yayımlanan bu önemli seyahatname -ne yazık ki- hâlâ Lâtin harflerine aktarılmadı. Efendim, Süleyman Nazif, ne zaman bu kitaptan söz açılsa, kendine özgü esprilerinden birini daha patlatır, eserin adı olan "Avrupa'da Ne Gördüm" cümlesini "Avrupa'da Ne Kördüm" şeklinde telâffuz edermiş. Osmanlıca bilenler hemen fark edip gülümsemekten kendilerini alamayacaklardır. "Gördüm" kelimesi eski alfabemizde "Kef" harfiyle yazılır, dolayısıyla bunu "Kördüm" diye okumak da mümkündür.

SÜLEYMAN NAZİF’İN ESERLERİ

A. KİTAP HALİNDE YAYIMLANAN ESERLERİ

1- Diyarbekir Vilayeti Salnamesi. 1895

2- Malumu İlam, Paris 1897 - 1908.

3- Namık Kemal, Paris 1897

4- Bahriyelilere Mektup, İsviçre 1897

5- El-Cezire Mektupları, İsviçre 1897

6- Gizli Figanlar, Kahire 1906

7- Viktor Hugo'nun Bir Mektubu, Bursa 1908

8- Boş Herif, İstanbul 1910

9- Süleyman Paşa, Bağdat 1910

10- İki İttifakın Tarihçesi, İstanbul 1914

11- Batarya ile Ateş, İstanbul 1917

12- Firakı Irak, İstanbul 1918

13- Âsitân-ı Tarihte (Galiçya), İstanbul 1919

14- Hitabe, İstanbul 1920

15- Namık Kemal, İstanbul 1922

16- Tarihin Yılan Hikayesi, İstanbul 1922

17- Lütfü Fikri Bey'e Cevap, İstanbul 1922

18- Çal Çoban Çal, İstanbul 1923

19- Nasırü'd-Din Şah ve Bâbîler, İstanbul 1923

20- Malta Geceleri, İstanbul 1924

21- Hazret-i İsa'ya Açık Mektup, İstanbul 1924

22- Mehmet Akif, İstanbul 1924

23- Çalınmış Ülke, İstanbul 1924

24- Âbide-i Şühedâ, İstanbul 1925

25- İki dost, İstanbul 1925

26- Külliyat-ı Ziya Paşa, İstanbul 1924

27- İmâna Tasallut (Şapka Meselesi), İstanbul 1925

28- Fuzuli, İstanbul 1926

29- Kafir Hakikat, İstanbul 1926

30- Lübnan Kasrının Sahibesi, İstanbul 1926

31- Yıkılan Müessese, İstanbul 1927

B. ŞİİRLERİ

Süleyman Nazif’in çok sayıda şiiri dönemin dergi ve gazetelerinde yayımlanmış. Şuayb Karataş’ın eserinde 109 şiire ait bibliyografya görülmekte.

C. SÜLEYMAN NAZİF’İN GAZETE VE MECMUA SAYFALARINDA DAĞINIK HALDE BULUNAN YAZILARI

Şuayb Karataş Nazif’in 561 yazısının varlığını tespit ederek eserinde bunlara ait bibliyografyayı vermekte. Buradan öğrendiğimize göre Süleyman Nazif’in eserleri; Asrî Türkiye, Âtî, Demet, Donanma, Edebiyât-ı Umûmiye, Hâdisât, Hak, Harb, İctihad, Mahfil, Mecmua-i Ebüzziyâ, Mizân, Msavver Mûhît, Peyâm-ı Edebî, Peyâm-ı Sabah, Resimli Gazete, Resimli Kitap, Servet-i Fünûn, Son Telgraf, Şehbâl, Tarih ve Edebiyat, Utarid, Yarın, Yeni Ses, Yeni Tasvir-i Efkâr adlı gazete ve mecmualarda yayımlanmıştır.

SÜLEYMAN NAZİF’LE İLGİLİ MAKALELERE ÖRNEKLER

SÜLEYMAN NAZİF’İ OKUDUNUZ MU?

Yavuz Bülent BAKİLER

Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrimizin en önemli, en güçlü şair ve yazarlarından biri de Süleyman Nazif Bey. Süleyman Nazif Diyarbakırlı. 1870 yılında Diyarbakır’da doğdu. 1927 yılında daha 57 yaşında iken İstanbul’da vefat etti. Basra’da, Kastamonu’da, Trabzon’da, Musul’da ve Bağdat’ta vali olarak, devletimize – milletimize büyük hizmetlerde bulundu.

Nihat Sami Banarlı diyor ki:

“Milletini Süleyman Nazif’ten daha çok seven bir edip görülmemiştir. O sevgi, sevmekten de yüksektir.”

Süleyman Nazif; Namık Kemal, Arif Nihat Asya, Orhan Şaik Gökyay gibi bir büyük vatan şairimiz! Onlardan geri kalmayan vatan şairimiz.

Ahmet Haşim Bey’in iddiasına bakın:

“Süleyman Nazif, kelimelerin serdârı idi. Kelimeler, şimdi onsuz, başıboş bir sürüdür.” Serdar, başkumandan demektir.

Abdullah Cevdet ise Süleyman Nazif’in nesrini şöyle anlatıyor:

“Süleyman Nazif’in nesri, yüksek dağların başından, kesilmeksizin akan, dökülen bir su gibidir. Mesela eğin nehrinin, muazzam Kadıgölü’nün, iki bin metreye yakın yükseklikten kulakları sağır edici gürültülerle aşağı düşen, beş metre çapındaki su ve köpük sütunu gibidir Süleyman Nazif’in nesri.”

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İstanbul, İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilince, kelimelerin serdârı, müthiş bir cesâretle ortaya atıldı. Ve kelimeleri, çifte su verilmiş bir kılıç gibi kullanarak “Kara Bir Gün” başlıklı bir makale yazdı. İstanbul’a, beyaz bir atla ve muzaffer bir kumandan edâsıyla giren general Franşe d’Espere’yi Süleyman Nazif, adeta atından indirip yere vurdu.

Türkiye ve Türk edebiyatına gönül verenler, Diyarbakır’ın bu mübarek evlâdını ve onun çok muhteşem üslûbunu, unutmayacaklardır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu merhum diyor ki:

“Süleyman Nazi Bey’in yanında konuşmak, onun yazdığı gazete ve dergilerde yazmak, gerçekten cesâret isterdi. Çünkü Süleyman Nazif Bey, Türkçe’mizde bir kelimenin bile yanlış söylenmesine, yanlış yazılmasına tahammül edemezdi.”

Bir gün, bir edebiyat sohbetinde, genç bir yazarla Süleyman Nazif arasında bir münâkaşa olmuş. Genç adam o münâkaşadan perişan bir halde çıkınca evine gitmiş. Öfkesini yenememiş. Oturup Süleyman Nazif Beye uzun bir mektup yazmış:

“Sizi düelloya dâvet ediyorum. Silahınızı alıp gelin. İstediğiniz yerde vuruşalım” demiş.

Süleyman Nazif, mektubu okuduktan sonra, genç yazara üç beş cümlelik bir cevap vermiş:

“Evlâdım! Demiş. Bizim cezâ kanunlarımız vatandaşlarımıza düello hakkı vermiyor. kanunlarımız bize böyle bir hak tanımış olsaydı, senin kabadayılığına güler geçerdim. Ama bana gönderdiğin mektupta iki kelimeyi yanlış yazmışsın. İşte, Türkçe’mize karşı takındığın bu saygısız, bu dikkatsiz tavır yüzünden seni öldürebilirdim!”

Süleyman Nazif Bey’in cevabı müthiştir. Kendisinin dil hassâsiyetine, Türkçe sevdasına yakışır niteliktedir.

Şimdi radyolarımızda, televizyonlarımızda, gazetelerimizde güzelim Türkçe’miz, her gün yüzlerce defa, binlerce defa çarpıtılırken, bozulurken Süleyman Nazif’in Türkçe sevgisini ve titizliğini hatırlıyorum. İyi ki Süleyman Nazif Bey, bu günleri görmedi diyorum.

Türkiye’nin ve milletimizin aydınlığı, huzuru, birliği, beraberliği, bir Süleyman Nazif gönlüyle Türkçe’mizi sevmemize, doğru konuşmamıza, doğru yazmamıza bağlı.

ÇANAKKALE HİKAYELERİ

Beşir AYVAZOĞLU - 17 Mart 2006 Cuma / Bizim Sivas Gazetesi

Çimentepe

BİR hikâye de SÜLEYMAN NAZİF’ten: Yaşları yirmi ile yirmi beş asında altı arkadaş. Vatanın tehlikede olduğunu görünce okullarını terk ederek orduya katılır ve yedek subay eğitimi gördükten sonra Çanakkale’ye giderler. Ve bir gün Çimentepe önünde yirmi İngiliz zırhlısı belirip ateş kusmaya başlar.

Ortalık cehenneme dönmüştür. Çok geçmeden karaya asker de çıkaran İngilizler, Çimentepe’yi ele geçirmeye kararlı görünmektedirler. Tepe düşmek üzeredir ki, bölgenin kumandanı, en tehlikeli noktada mevzilenmiş alayın siperlerine doğru ilerleyerek “Bu alayı yerinden oynatıp düşmanın üzerine atacak subaylarınız yok mu?” diye haykırır. Şehit olmak niyetiyle cepheye koşmuş olan altı genç, ansızın, bir gün önce yazıp besteledikleri şarkıyı bir ağızdan okuyarak siperlerinden fırlarlar:

Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu

Annem beni bugün için doğurdu

Onların bu cesurca atılışı alayı heyecanlandırır ve hep birden hücum kalkar, siperlerinden fırlar fırlamaz şehit olan altı gencin mübarek naaşlarının üzerinden geçerek İngilizleri püskürtürler.

Süleyman Nazif, “Çimentepe” yazısında, inanılmaz gibi görünen bu hikâyeyi kendisine hadiseye bizzat şahit olan Muallim Siraceddin’in ağlayarak anlattığını belirttikten sonra bu müthiş kahramanlık hikâyesini dinlerken idrakinin, muhakemesinin, hissinin, hayalinin titrediğini söylüyor.

Çanakkale’de şehit düşmüş Hüseyin Arif’ler, Mehmet Siyavuş’lar, tarihimize böyle iç yakıcı binlerce hikâye armağan etmişlerdir. Ne yazık ki bu hikâyeleri çocuklarımıza doğru dürüst anlatamıyoruz.

Çanakkale’deki muharebe alanlarını hiç değilse bir defa gezmek ve kahramanların ruhlarıyla hemhal olmak gerekir. Emin olun, şehitlerimizin cisimsiz varlıklarıyla vatanı hâlâ korumaya devam ettiklerini derinden derine hissedeceksiniz.

Oralarda yüreği titremeyen ve gözleri yaşarmayan biri Türk olamaz.

SÜLEYMAN NAZİF’İN MEZARI

Ahmet HAŞİM

Süleyman Nazif’in geçen yıl öldüğünden, doğallıkla hiç birimizin haberi yok. Ama bu şaşırtıcı insanın artık yaşamadığı düşüncesine alışmak da ne (kadar) zor! Hâlâ, bize bir oyun yapmak için bir yanda gizlendiğini ve nerde ise bir kapı arkasından sesinin gürleyeceğini sanıyorum. Sonsuz güçlerin türdeşi olan bu adamın ölmesi, rüzgârın sonsuza kadar durması gibi insana doğadışı görünüyor.

Bununla birlikte, onu tanımış olanların bu dakikada kuruntusu ve hayâli ne olursa olsun, Süleyman Nazif artık yaşayanların dünyasından uzak, yer altı âlemindekiler arasında bulunuyor. Koca bir değirmeni harekete getirmeye yeter bir gücü, kimi zaman bir tek cümlenin zembereklerine sıkıştırmayı bilen o kasırgalar kardeşi, olasıdır ki şimdi topraklar altında ya bir depreme dönüşmüştür ya da yarın yıldırımlarla güreşecek koca bir çınar olarak fışkırmaya hazırlanıyor.

Süleyman Nazif’in mezarı hala yapılmamış. Bunu, mezar yapmak için bir kurulun yeni kurulduğu haberinden öğreniyoruz. Elli altmış kuruş ufak para miras bırakmış olan bu büyük Türk yazarının mezarını bundan sonra da yapmasak pek iyi olur. Bu gibi aç ölenlerin çürümüş kemiklerine mermerden bir köşk yapmaya kalkışmaktan ne çıkar? Sadakayla dikeceğimiz iki taş, o tunç dilin kendi sahibine yaptığı gösterişli mezardan daha güzel ve daha sağlam mı olacak?

SÜLEYMAN NAZİF’TEN SON BİRKAÇ MISRA ve CÜMLE

“Sağlığında nice ehli hünerin

Bir tutam tuz da yoktur aşında

Önce öldürürler onu açlıktan

Sonra türbe yaptırırlar başında”

VATAN SIHHATE BENZER, DEĞERİ KAYBEDİLİNCE ANLAŞILIR. SÜLEYMAN NAZİF

KAYNAKLAR

1.Malta Geceleri Fırak-I Irak Ve Galiçya, Yayına Hazırlayan İhsan ERZİ, İstanbul 1979, Tercüman Yayınları

2.Resimli Türk Edebiyatı, Nihat Sami Banarlı, Cilt II, Sh. 1044 – 1046

3.Süleyman Nazif, Dr. Şuayb Karakaş, Ank. 1988

4. Türk Edebiyatı, Ahmet Kabaklı, Cilt III, Sh. 253 – 259

5. Ahmet Haşim; Bize Göre. Hazırlayan Kemal Bek, Sh. 57 – 59, İst. 2006. Bordo Siyah Klasik Yayınlar

Hazırlayan: Fikri KARAMAN

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...