Jump to content

Bosna Savaşı


tarihogretmeni

Recommended Posts

BOSNA SAVAŞI

Yakın tarihimizin en karanlık sayfalarından birini teşkil eden Bosna Savaşı (1992-1995) esnasında Uluslar arası Kızılhaç Örgütü verilerine göre Bosna Hersek’te 312.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların 200.000 kadarı Boşnak halkına ait olup bu halk dünyanın gözü önünde sistematik bir soykırıma tabi tutulmuştur.

YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMASI VE BOSNA SAVAŞI KRONOLOJİSİ(1986-1995)

1986

“Sırbistan Sanatlar ve Bilimler Akademisi”, Sırp milliyetçi bakış açısıyla Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin (YSFC) eleştirisini yapan bir memorandum yayımladı. Memorandumda Sırbistan’ın diğer Yugoslav cumhuriyetleri tarafından istismar edildiği ve Sırpların “tehdit altında olduğu” belirtilmiştir. Memorandumda kullanılan dil, Sırpları ayaklanmaya davet etmiştir.

28 Haziran 1989

1389 yılında gerçekleşen Birinci Kosova Savaşı’nın 600. yıldönümü vesilesiyle, savaşın gerçekleştiği Gazimestan’da yaklaşık 1 milyon Sırp toplandı. Kitleye seslenen Slobodan Miloşeviç, YSFC’nin diğer cumhuriyetlerine gövde gösterisi yaptı.

Mayıs 1991

Radovan Karaciç’in liderliğindeki “Sırp Demokratik Parti” (SDS), Bosna’da “Sırp Otonom Bölgeleri”ni ilan etti. Bu olayla birlikte Bosna-Hersek kurumları, ülkenin bazı bölümlerindeki kontrolü kısmen yitirmeye başlamıştır.

25 Haziran 1991

Hırvatistan ve Slovenya parlamentoları, bölgede savaşa yol açacak olan bağımsızlıkları resmen ilan ettiler. Bunun ardından, bir zamanlar devletin ortak ordusu olan “Yugoslavya Halk Ordusu” (JNA) kısa sürede Sırp ordusuna dönüşerek önce 27 Haziran’da Slovenya’ya, sonra da Hırvatistan’a saldırdı. 3 Temmuz’da Hırvatistan’ın Krayina bölgesinde Sırp-Hırvat çatışmaları yoğunlaşmıştır. 8 Ekim’de Sırplar Hırvatistan’ın tarihi Dubrovnik şehrini de top ateşine tutmaya başlamışlardır. Hırvatistan’ın Vukovar kenti en şiddetli çatışmalara sahne olmuştur. Ağustos 1991’de Sırplar Vukovar’ı kuşatmaya başlamış, Kasım 1991’de ise ele geçirmişlerdir.

29 Temmuz 1991

Yugoslavya Halk Ordusu Slovenya’dan ayrılmaya başladı.

7 Eylül 1991

AT’nin Yugoslavya Konferansı, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Carrington’un başkanlığında Hollanda’nın Lahey kentinde başladı. Lord Karington’un planı, YSFC’nin altı cumhuriyetinin önce bağımsız devletler olarak tanınması, ardından da tercihe göre “Yugoslavya” adı altında aralarında tekrar bir çeşit bütünleşmeye girmeleriydi. Planda ayrıca Hırvatistan’ın Krayina bölgesindeki Sırplara geniş bir özerklik vaat edilmişti. Miloşeviç’e çok fazla tavizin verildiği gerekçesiyle, Slovenler ve Hırvatlar bu plana karşı çıktı.

17 Eylül 1991

Makedonya parlamentosu, Makedonya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etti. Makedonya YSFC’den savaşmadan ayrılan tek federe cumhuriyet olmuştur.

25 Eylül 1991

BM Güvenlik Konseyi, tüm YSFC coğrafyasına silah ambargosu koyan 713 Sayılı Kararı aldı. Böylece BM, Yugoslavya krizinin çözümünde daha aktif rol almaya başlamıştır. 8 Ekim 1991’de dönemin BM Genel Sekreteri Javier Perez de Cuellar, Cyrus Vance’i YSFC Özel Temsilcisi olarak atamıştır.

14 Ekim 1991

Bosna’daki bağımsızlık tartışmaları üzerine konuşma yapan Radovan Karaciç, Bosna-Hersek parlamentosunda “Bosna’yı cehenneme, Boşnakları yok oluşa sürüklüyorsunuz” şeklinde konuştu. Bu oturumundan sonra, Bosnalı Sırp milletvekilleri ülke parlamentosunu boykot etmeye başlamışlardır.

16-17 Aralık 1991

Avrupa Topluluğu’nun oluşturduğu “Badinter Komisyonu” hazırladığı bir raporda, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde olduğunu belirterek; insan hakları, demokrasi ve azınlıkların korunması alanında belirli kriterlerin sağlanması koşuluyla, bağımsızlık ilan eden cumhuriyetlerin tanınacağını duyurdu.

19 Aralık 1991

Ayaklanan Hırvatistanlı Sırplar, Krayina bölgesinde bağımsızlık ilan ettiler.

9 Ocak 1992

Bosnalı Sırplar yeni bir anayasa kabul ederek Sırp Cumhuriyeti’nin temellerini attılar.

21 Şubat 1992

BM Güvenlik Konseyi 743 Numaralı Kararıyla, barışı koruma misyonu UNPROFOR’un (United Nations Protection Force) oluşturulmasına ve eski YSFC’deki çatışma bölgelerinde görevlendirilmesine yeşil ışık yaktı.

3 Mart 1992

Gerçekleşen referandumun sonuçlarından yola çıkılarak, Bosna-Hersek’in bağımsızlığı ilan edildi. Söz konusu referandum Bosnalı Sırplar tarafından boykot edilmişti.

17 Mart 1992

AT Dönem Başkanı olan Portekiz Dışişleri Bakanı José Cutileiro Lisbon’da bir konferans örgütleyip, Bosna-Hersek’in üç etnik bölgeden oluşan üniter bir devlete dönüştürülmesini önerdi. “Cutileiro Planı” olarak bilinen bu plan, etnik bölgelere karşı çıkan Boşnaklar tarafından reddedildi. Diğer taraftan planın Bosna-Hersek toprak bütünlüğünün korunmasına vurgu yapıyor olması, Sırpları rahatsız etmişti.

6 Nisan 1992

Avrupa Topluluğu Bakanlar Konseyi Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdı. Aynı gün Bosna Savaşı başladı.

27 Nisan 1992

Sırbistan ve Karadağ Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni (YFC) oluşturdu.

3 Temmuz 1992

Mate Boban’ın liderliğindeki Bosnalı Hırvatlar, Hırvatistan Cumhuriyeti’nin de desteği ile, Bosna-Hersek’in güneyinde “Hersek-Bosna Cumhuriyeti”ni ilan ettiler.

26-28 Ağustos 1992

“Eski Yugoslavya Üzerine Uluslararası Konferans” Londra’da düzenlendi. Bosna Savaşı’nın sona erdirilmesinde Batı odaklı herhangi bir askeri müdahale yer verilmeyeceği, savaşın diplomatik araçlarla çözülmesi gerekti üzerinde durulmuştur. Bu karar, Slobodan Miloşeviç ve Radovan Karaciç açısından tam bir zaferdi.

22 Ocak 1993

Hırvatistan ordusu Krayina bölgesindeki Sırplara karşı harekete geçti. Aynı zamanda Bosna-Hersek’te Boşnak-Hırvat çatışmakları şiddetlendi. Daha önce Sırplara karşı ortak mücadele eden Boşnak ve Bosnalı Hırvatlar, kendi aralarında Ocak 2003’te savaşmaya başladı.

26 Nisan 1993

Sırp Cumhuriyeti Meclisi “Vance-Owen Planı”nı reddetti. İlkbahar 1993 boyunca BM arabulucusu Vance ve AB arabulucusu Owen’in hazırladığı barış planı gündemdeydi. Vance-Owen Planı, Bosna-Hersek’in bir federasyon çatısı altında on özerk kantona bölünmesini öngörüyordu. Planla en büyük haksızlık Boşnaklara yapılmıştı. Bosna’daki nüfus oranları yüzde 43,7 olmasına rağmen, Bosna topraklarının sadece yüzde 26,36’sının Boşnakların kontrolüne bırakılması planlanıyordu. Buna rağmen, gözü daha fazla toprakta olan Bosnalı Sırplar açısından Plan uygun görülmedi.

6 Mayıs 1993

BM Güvenlik Konseyi, Srebrenitsa’nın yanı sıra Saraybosna, Tuzla, Jepa, Gorajde ve Bihaç’ı “güvenli bölge” ilan eden 824 Sayılı Kararı aldı.

20 Ağustos 1993

Owen ve Stoltenberg, hazırladıkları üç cumhuriyetli konfederasyonun anayasal ilkelerini ve Bosna-Hersek topraklarını Sırplara yüzde 52, Müslümanlara yüzde 30 ve Hırvatlara yüzde 17 oranında bölen haritaları içeren barış anlaşması taslağını taraflara sundular. Bosnalı Sırplar plana olumlu cevap vermiş, Bosnalı Hırvatlar ise Hersek-Bosna Cumhuriyeti’nin tanınması durumunda planı kabul edeceklerini duyurmuşlardı. Boşnaklar ise, Bosnalı Sırp ve Hırvat milislerin zorla ele geçirdikleri topraklardan çekilmeleri halinde planı kabul edebileceklerini açıklamışlardı.

5 Şubat 1994

Boşnakların kontrol ettiği Saraybosna’daki Markale pazar yerine yapılan saldırı sonucunda, 68 kişi öldürüldü ve en az 100 kişi yaralandı. Bu olay, Amerika’nın Bosna Savaşı karşısında daha aktif rol almasına yol açmıştır.

18 Mart 1994

Washington’da düzenlenen bir törenle, Bosna-Hersek topraklarında bir Boşnak-Hırvat federasyonunun (Bosna ve Hersek Federasyonu’nun-FBiH) kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalandı.

5 Temmuz 1994

Cenevre’de bir araya gelen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya dışişleri bakanları, Temas Grubu uzmanlarının hazırladıkları barış planını ve Bosna-Hersek’i yüzde 51:49 oranında bölen haritaları onayladı ve taraflara sundu. Boşnak ve Bosnalı Hırvatlar planı kabul edeceklerini bildirirken, Bosnalı Sırplar Saraybosna ve Bihaç kentleri ile ilgili düzenlemelerin, hayati çıkarlarına ters düştüğünü duyurmuşlardı.

28 Ocak 1995

Saraybosna’nın Sırpların kuşatması altında kaldığı 1000. gün.

11 Temmuz 1995

Srebrenitsa “güvenli bölge” olarak ilan edilmiş olmasına rağmen, UNPROFOR’un bünyesinde Srebrenitsa bölgesinde görev yapan Hollandalı askerlerin geri çekilmesiyle, kent Ratko Mladiç’in silahlı kuvvetlerinin eline geçti. Bunun sonucunda yaklaşık iki hafta içinde 8 bin üzerinde sivil Boşnak öldürülmüş ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da görülmeyen bir soykırım işlenmiştir. Srebrenitsa trajedisi karşısında seyirci kalan NATO ve BM, “güvenli bölgenin” korunması, daha doğrusu Srebrenitsa katliamının önlenmesi için hiçbir şey yapmamıştı. Nisan 2004’te, Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan BM’nin eski Yugoslavya ile ilgili Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Srebrenitsa katliamının soykırım olduğunu teyit etmiştir.

29 Ağustos 1995

Sırp mevzilerini hedef alan ve birkaç gün sürecek olan esaslı NATO müdahalesi başlatıldı. Radar ve haberleşme sistemleri, silah depoları, bazı askeri üsler gibi askeri unsurlar, temel müdahale hedefleri oldu.

21 Kasım 1995

Dayton Barış Antlaşması eski Bosna-Hersek, YFC ve Hırvatistan cumhurbaşkanları, sırasıyla Aliya İzetbegoviç, Slobodan Miloşeviç ve Franyo Tucman tarafından imzalandı. Antlaşmanın bir eki olan ülke anayasası gereğince, Bosna-Hersek iki birimden oluşan bir devlet haline gelmiştir. Bunlardan biri on kantona bölünmüş ve Boşnaklar ile Hırvatların kontrolünde olan “Bosna ve Hersek Federasyonu”, diğeri ise Sırpların kontrolündeki “Sırp Cumhuriyeti”dir.

SREBRENICA SOYKIRIMI

Srebrenica, Bosna Hersek’in doğusunda Sırbistan sınırına 10 km. uzaklıkta bir Müslüman Boşnak kentidir. İsmini gümüş anlamına gelen srebren kelimesinden alan kent, tarih boyu başta gümüş olmak üzere değerli maden rezervleriyle ve şifalı sularıyla ünlü bir kenttir. Romalılar zamanında kent, ‘gümüş ocağı’ anlamında Angentaria olarak biliniyordu. Barış zamanında halk geçimini turizm, madencilik ve tekstil sanayinden sağlıyordu.

Şu anda nüfusunun çoğunluğunu Sırpların oluşturduğu Srebrenica bölgesi 1992 yılında başlayan savaş öncesi, Müslüman bölgelerden biri idi. 1990’daki Yugoslavya nüfus sayımlarına göre 36.666 nüfusluk Srebrenica bölgesi yüzde 75.2 oranında Boşnak çoğunluğa sahipken Sırplar bölgenin sadece yüzde 22.7’sini oluşturuyordu.

image006.jpg

Nisan 1992’de birkaç gün dışında, Müslümanlar, Srebrenica’da sürekli hakim durumdaydılar. Öyle ki, Srebrenica, Müslüman direnişin önde gelen bir sembolü olmuş ve Boşnakça şarkılara geçmişti. Ancak bu gerçek, 11 Temmuz 1995’te tam tersine döndü. Tarihin en karanlık günlerinden biri olan bu günde, Sırp Televizyonu, soykırımın mimarı Sırp Ordu komutanı General Ratko Mladiç’in bir tepe üzerindeki görüntülerine yer veriyordu. Mladiç Televizyon seyircilerine hitaben ‘Türklerden’ intikam alma zamanının geldiğini ve şehrin Sırp milletine bir hediye olduğunu söylüyordu.

1992 yılında Büyük Sırbistan kurma hayalindeki Sırplar, Belgrad’da Devlet Başkanı Miloseviç ve Genelkurmay Başkanı Perisiç’in desteğini alarak sözde Bosna Sırp Devleti ve Sırp Demokrat Partisi (SDS) Başkanı olan eski bir psikiyatri doktoru Radovan Karadziç ve General Ratko Miladiç öncülüğünde Bosna Hersek’te etnik arındırma çalışmalarına başladılar.

Üç yıl boyunca Sırplar uluslar arası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca sergilediler. Soykırım ise savaş başladığından beri Sırpların başvurduğu yegane savaş yöntemiydi. Daha savaşın ilk evrelerinde Nisan 1992’de Srebrenica’nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı Müslüman Sırp paramiliterleri ve özel polis güçleri tarafından ölümcül işkenceye tabi tutulmuş ve katledilmişti.

Savaş süresince sürdürülen katliamlardan biri de Srebrenica’da yine Sırplar tarafından gerçekleştirildi. Bosna’nın en doğusunda, Sırbistan sınırında yer alan Srebrenica, tıpkı Gorajde ve Jepa gibi kuşatılmış bölgelerden olup Bosna Sırpları için Belgrad’la aralarındaki engellerden biriydi. Çoğunlukla Müslümanların yaşadığı Bosna’nın doğu bölümü büyük oranda “temizlenmişti”; ancak çevre katliam bölgelerinden kaçıp sığınan Müslümanların toplandığı bu kasabalar direnişlerine devam ediyorlardı.

Bijeljina, Brutunaç ve Zvornik gibi komşu bölgelerden kaçan on binlerce Müslüman 10.000 nüfusluk Srebrenica’ya sığınmak zorunda kalınca nüfusu 60.000’e kadar yükselmişti. Kış ayının soğuğuna rağmen insanlar sokaklarda yatıyor, açlık ve sefaletle boğuşuyordu.

Miloseviç’in eski korumalarından Nasır Oriç’in kurduğu Müslüman direniş örgütü ilk yıllarda Srebrenica’yı var gücüyle savundu. Dünyanın en büyük ordularından Yugoslavya ordusunun tüm imkanlarını kullanan Sırplara karşı Müslümanlar bölgeye uygulanan ve en çok kendilerinin zarar gördüğü ambargodan ötürü hafif silahlarla ve az sayıda mermi ile karşı koymaya çalışıyordu.

1993 yılında Srebrenica’nın etrafındaki çember gittikçe daraltılmasına rağmen gerekli önlemleri almayan BM ve NATO’nun tavrı Sırp güçleri cesaretlendiriyordu. Nihayet 16 Nisan 1993’teki olağanüstü toplantısında almış olduğu 819 ve 824 no’lu kararlarıyla BM Güvenlik Konseyi, Saraybosna, Tuzla, Jepa, Gorajde ve Bihaç ile birlikte Srebrenica’yı da güvenli bölge ilan etti. Bu kuşatılmış bölgeler evvelce Fransız General tarafından “barışın önündeki en büyük engel” olarak nitelenmişti.

Bosna Savaşı’nın sonlarına doğru Müslümanların birçok cephede zafer kazandığı bir sırada öne çıkarılan Dayton Barış müzakereleriyle savaşın sona ereceğini gören Sırplar, avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan Gorajde ve Srebrenica’yı ele geçirmek maksadıyla bütün güçleriyle bu iki kente saldırdılar ve tarihin gördüğü en büyük katliamlardan birini tüm dünyanın seyirci bakışları arasında sergilediler. BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenica, 1995 yılının yaz ayında II. Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen en büyük toplu katliamının kurbanı oldu.

6 - 8 Temmuz 1995:

Daha önce Kuzey-Bosna’daki Sırp saldırılarından kaçan binlerce sivilin sığındığı Srebrenica kenti Sırp güçleri tarafından kuşatıldı. Kente sığınan bu kalabalıklar orada bulunan 600 civarında Hollandalı barış gücü askerin koruması altında idi. Mayıs ayından itibaren kuşatma altındaki bölgede yakıt gittikçe azalıyor ve dışarıdan taze yiyecek de gelmiyordu.

Sırp güçleri sabah doğru kenti tank ve top ateşiyle bombardıman etmeye başladılar. Kuşatmada Sırbistan’dan gelen ağır silahlarla saldıran Sırp askerlerini yanı sıra Arkan’a bağlı paramiliter Sırp çeteleri de yer almıştı. Bu maksatla Sırplar bölgeye 12 bin asker, 30 tank ve top ile Sam füzeleri sevk edilmişti.

Müslüman Bosnalı savaşçılar barış güçlerine teslim ettikleri silahların geri verilmesini istemelerine rağmen isteklerine olumsuz cevap aldılar.

Bombardımanların sıklaşması ve atılan roketlerin sığınmacıların bulunduğu merkezin ve barış gücünün gözlem yerlerinin yakınlarına kadar ulaşması sonucu Hollandalı komutan BM merkezinden yardım istedi.

9 Temmuz 1995:

Sırp güçlerin bombardımanı ağırlaştırmaları sonucu, Hollanda gözlem mevzilerine saldıran ve 30 askeri rehin alıp ilerleyen Sırpların önünden binlerce sığınmacı, güneydeki kamplardan şehrin iç bölgelerine akın etmeye başladı.

10 Temmuz 1995:

Hollandalı birliklerin komutanı Albay Karremans Sırpların Hollanda mevzilerini bombalaması sonucu BM’den yardım istedi. BM Yugoslavya Koruma Gücü Komutanı General Bernard Janvier başlangıçta reddetti; ancak ikinci istekten sonra kabul etmek zorunda kaldı. Uçaklar şehre ulaşmadan Sırp saldırıları geçici olarak durdu ve saldırılar ertelendi.

Srebrenica’nın düşmesinden önce General Janvier, BM güçlerinin bu tepkisizliğini savunarak basın toplantısında şu açıklamayı yaptı: “Herkese bir kez daha hatırlatmak isterim ki, Bosna Hükümet Ordusu birlikleri kendilerini savunacak güce sahiptir. Hem Srebrenica’ya yönelik bir müdahale yapmamız da Boşnaklar tarafından istenmemektedir. Oradaki durum 1993’teki gibi değil. Aldığım bilgilere göre Boşnak askerler Srebrenica yolu üzerindeki Hollanda askerlerine ateş etmekte ve Srebrenica üzerinde uçan NATO uçaklarına saldırmaktadırlar. Müslümanlar bizi arzulamadığımız bir yola çekmeye çalışmaktadırlar.”

BM Yugoslavya Özel Temsilcisi Yashushi Akashi de: “Saldırıları Müslümanlar başlatıyor. Sonra da BM ve uluslar arası güçü yanlış kararlarına ortak etmeye çalışıyorlar.” diyerek Janvier’in bu ifadelerine destek verdi.

Aynı gün akşam üzeri kent merkezinde bulunan 4.000 civarında sığınmacı panik içerisinde sokaklarda koşuşturuyordu. Hollanda mevzileri etrafında büyük kalabalıklar toplanıyordu.

Hollandalı komutan Sırpların ertesi gün 0600’a kadar güvenlikli bölgeden çekilmedikleri takdirde NATO uçaklarının büyük bir hava saldırısı başlatacağını söyledi.

11 Temmuz 1995:

Sırp güçleri beklenen saatte geri çekilmedi. Ancak saat 0900’da Albay Karremans Saraybosna’daki merkezden yakın hava desteğinin yanlış biçimde istendiği yönünde bir mesaj aldı. Saat 1030’da tekrar gönderilen dilekçe General Janvier’e ulaştı; ancak bu esnada 0600’dan beri havada olan NATO uçakları yakıt ikmali için İtalya’ya dönmek zorunda kalmışlardı. Gün ortasında çoğunluğu kadın, çocuk ve zayıflardan müteşekkil 20.000’den fazla sığınmacı Potoçari’deki ana Hollanda üssüne kaçtılar.

Saat 14.30’da hava saldırısı konusundaki kararsızlık nihayet sona erdi ve iki Hollanda F-16 uçağı Srebrenica’yı kuşatan Sırp mevzilerine iki adet bomba bıraktı. Bombalardan biri bir Sırp zırhlı taşıyıcıyı vurdu, diğeri ise bir tanka isabetsiz atış yaptı. Sırplar bu saldırılara ellerindeki Hollandalı rehineleri öldürecekleri ve sığınmacıları bombardıman edecekleri tehdidiyle karşılık verince bundan sonraki saldırılar durdu.

Sırp Komutan Ratko Mladic Sırp kamera ekibiyle birlikte iki saat sonra şehre girdi. Akşam olunca Mladiç, Albay Karremans’ı yemeğe davet ederek Müslümanların canlarını garanti altına almak için silahlarını teslim etmeleri gerektiği ültimatomunu verdi. Mladiç hem Srebrenica’ya saldırıyı hem de bunu takip eden soykırımı bizzat yönetti. Amerikan istihbarat kaynaklarına göre ise emirleri bir Sırp generalden alıyordu.

İlginçtir ki, Srebranica’nın düştüğü saatlerde BM Genel Sekreteri Bturos Gali Atina’da “barışa yaptığı katkılardan dolayı” Onasis Ödülü almakla meşguldü. Avrupa ise aynı saatlerde faşizme karşı zaferinin 50. yılını kutluyordu.

12 Temmuz 1995:

Otobüsler kadınları ve çocukları Müslüman bölgesine taşımak üzere kente gelirken Sırplar, 12 ile 77 yaş arası bütün erkekleri “savaş suçlusu sanıkları sorguya çekmek” bahanesiyle ayırmaya başladı.

Sonraki 30 saat içerisinde 23.000 dolayında kadın ve çocuk bölgeden tahliye edildi. Ayrılan yüzlerce erkek ise kamyonlara ve depolara doldurulmaya başladı.

Kadın, çocuk ve yetişkin erkekten oluşan 15.000 civarında Müslüman Bosnalı grup Susnjari’de toplanarak Tuzla’ya ulaşabilmek için ormanlık bölgeye daldılar. Gece boyu Srebrenica’dan dağlar üzerinden kaçmaya çalışırken Sırplar tarafından bombardımana tutuldular. Çoğu bu ölüm yürüyüşünde ya Arkan’ın köpeklerine, ya Sırp tuzaklarına yada açlık ve susuzluğa kurban gittiler. Kaçanları yakalamak için hileli yöntemler kullanan Sırplar, kimyasal silah kullanmaktan geri durmadılar. Yola çıkanlardan pek azı bu çileli yolculuk sonunda Tuzla’ya salimen ulaşabildi.

13 Temmuz 1995:

Karavica köyü yakınında bir depoda silahsız Müslümanlar şehit edilmeye başlandı.

11 ve 12 Temmuz tarihlerinde Mladiç ve adamları Brutanaç’ta Hollanda üssü yetkilileri ile görüşmeler sonucu barış gücü askerleri Hollanda üssü durumundaki Potoçari’ye sığınan 5000 Müslümanı Sırplara teslim ettiler. Buna karşılık Sırplar Nova Kasaba üssünde tutulan 14 Hollandalı askeri serbest bıraktılar.

Potoçari’ye kadar gelen Mladiç televizyon kameraları karşısında kimseye bir şey yapılmayacağı ve herkesin güvenle Srebrenica dışına çıkarılacağı garantisi verdi. Gelen 60 kadar kamyon ve otobüse bindirilen erkeklere esir değişimi için Tuzla’ya gönderilecekleri söylendi. Görgü tanıklarının ifadesine göre bu sırada Hollandalı askerler bir kenara çekilip olanları izlemekten, hatta sığınmacıları Sırplara teslim etmekten başka bir şey yapmıyorlardı. İki gün süren bir katliamın ardından Kendilerine hiçbir şey yapılamayacağı garantisi verilen bu gruptan kurtulan pek kimse olmadı.

16 Temmuz 1995:

Srebrenica’dan kaçıp Müslüman hakimiyetindeki bölgeye ulaşan ilk Bosnalılarla birlikte soykırım haberleri de ortaya çıktı. Görgü tanıkları inanılması güç vahşet öyküleri anlatıyorlardı.

BM ile Sırplar arasındaki müzakereler neticesinde Hollandalıların geride silahlarını, yiyeceklerini ve sağlık gereçlerini bırakarak en azından Srebrenica’yı terk etmelerine izin verildi.

image008.jpg

BM’nin rolü

Srebrenica katliamıyla BM’nin ortaya koyduğu “güvenli bölge” doktrini de iflas etmiş ve BM’nin bu nevi muhtemel krizlere müdahale yöntemleri tamamen tartışılır hale gelmişti. Müphem bir terim olan kavramı baştan beri tam olarak tanımlanmamış ve bu bölgelerde, Bosnalı sivillerin güvenliğini garanti altına alacak oranda yeterli güç istihdam edilmemişti. Uygulamaya konduktan iki yıl sonra açıkça anlaşıldı ki güvenli bölge olarak adlandırılan bölgeler aslında dünyanın en ziyade güvensiz bölgeleri arasındaydı.

Güvenli bölge ilan edilen bölgelerde BM’nin yetersizliğini gören Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetegoviç defaatle BM yetkililerini uyarmış ve sorumluluklarını yerine getirmeye davet etmişti. Merhum Aliya’nın, “Ya aldığınız kararlara sadık kalın, kararlarınıza uyun ve kararlarınızı tanımayıp saldırılarına devam eden Sırp çetnikleri durdurun yada Müslüman halkın elinden topladığınız silahları geri verin. Aksi halde meydana gelebilecek her türlü olaydan siz sorumlu olursunuz.” diyerek yaptığı bütün uyarılara karşı BM yetkilileri, gerekeni yaptıkları ve Sırpların güvenli bölgelere giremeyecekleri yönünde cevap vermekteydiler.

Baştan sona olanlar ise verilen garantilerin arkasının hiçbir şekilde doldurulmadığını ve büyük bir ihmalin olduğunu gösterdi. Bu yüzden Sırpların kenti kuşatmaları ve kente girmeleri karşısında pasif kalan BM güçleri yapılanlardan sorumlu tutulmaktadır. Sırpların Srebrenica sokaklarında insanları toplayıp erkeklerini toplu katliam merkezlerine ******ürdüğü, kadınlarına tecavüz edip çocuklar ve yaşlılarla birlikte şehir dışına sürdüğü esnada BM sorumlusu Akashi, ellerinde yeterli bilgi olmadığını bahane ederek, “Fiziksel işkenceye dair izler yok. İnsanların kendi istekleriyle mi yoksa zorla mı yerlerinden edildiğini henüz bilmiyoruz.” demiştir. Birkaç gün sonra 4.000 sivilin kayıp olduğu kendisine sorulduğunda ise “verilerimizdeki büyük boşluklar” diyerek cevap vermiştir.

Sırpların niyetleri tespit edilip sorumlu mevkideki kişilere rapor edildiği halde bir takım sudan bahanelerle zamanında müdahale edilmemiş, Sırpların “temizlik” çalışmalarını istedikleri şekilde icra etmelerine göz yumulmuştur.

Uluslararası camianın olanlar karşısındaki tepkisizliği vahşi Sırplara cesaret vermiştir. Srebrenica çevresindeki ilk toplum mezarları ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan Amerikalı gazeteci David Rohde bu tavrı tenkit ederek şöyle der: “Uluslar arası camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir. Srebrenica, uluslar arası camianın felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Bilakis, uluslar arası camianın eylemleri katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır. … Srebrenica’nın düşmesi gerçekte olması gereken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna’da oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu. Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile büyümesine hiç gerek yoktu.” (Rohde, Son Oyun, s. 351, 353.)

BM’nin Srebrenica’daki askerini gücünü oluşturan Hollanda taburu Sırpların niyetleri bilindiği halde saldırı öncesi Müslümanlardan silahları toplamış ve bütün ısrarlara rağmen savunmaları için bir daha geri vermemiştir.

Potoçari’deki kampta kendilerine sığınan sivilleri korumamış, aksine Sırplara teslim etmiştir. Hatta sonradan kampta kaldığı tespit edilen 242 kişiyi kendi elleriyle Sırplara teslim etmişlerdir. Sırplara teslim edilen bu gruptan sağ olarak kurtulmuş bir kişi bile bilinmemektedir. Müslüman erkekleri ayırmada Sırplara yardım ettiklerini kendi ifadelerinde itiraf etmişlerdir.

Bunlarla birlikte Hollandalı birlik pasifliği sebebiyle zırhlı araçlarını Sırplara kaptırmıştır. Rehine olarak Sırpların eline geçirdiği 150 kadar askeri ise hava saldırısına karşı bir bahane oluşturmuştur.

Nihayet katliamın dış dünyaya iletilmesinde bile tamamen etkisiz olunmuş; hatta ellerindeki fotoğraflardan ve video görüntülerinden oluşan dokümanların “yanlışlıkla” silindiği ve kaybolduğu ileri sürülerek bu konuda işbirliği imkanı ortadan kaldırılmıştır.

Bununla birlikte dünyanın yükselen tepkisi nedeniyle 2001 yılında sebep olunan feci olaylardan ötürü Hollandalı askerler özür dilemek zorunda kalmıştır. Askerlerin komutanı Karremans’ın Mladiç’le ‘rakiya’ tokuşturduğu kare ise unutulmayacak kadar ibret vericidir. Yine Karremans, “Srebrenica: Kimin Umurunda” başlıklı kitabı bir kitap kaleme almıştır.

Gerçekleşmeyen Adalet

Sırp güçlerin kenti güçleri altına aldığı sadece beş günde katledilen masum Müslüman sivil erkek sayısının 10.000 civarında olduğu düşünülmekteydi. Müslümanları şehit ederken kurşuna dizme, yakma, diri diri gömme gibi insanlık dışı birçok yöntem uygulandı.

Adamların çoğu Bratunac’ta bir okulun Bosna savaşı sırasında daha önce katliam merkezi olarak kullanılan spor salonunda şehit edildi. Beş gün süren bir vahşet sonrası yüzlercesi Nova Kasaba yakınında bir futbol sahasında şehit edildi. Görgü şahitlerinin ifadelerine göre Sırplar Boşnakları zorla kazdırdıkları çukurların önüne dizerek kurşuna diziyor, sonra da yine Boşnaklara çukuru kapatmalarını emrediyorlardı. Vahşetin boyutları o kadar ileri gitmiş ki, kıyımdan zevk alan Sırplar Müslümanların yüzlercesini bir çukura ölüm tehditleriyle dolduruyor, ardından buldozerle diri diri gömüyorlardı.

Ölenlerin büyük kısmı, toplu mezarlara gömülürken bölgede her geçen gün yeni toplu mezarlar açığa çıkıyor. Buralardan elde edilen bulgulara dayanılarak bu rakamın 13.000’e kadar çıkabileceği tahmin edilmektedir.

Katliamdan 6 ay sonra Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi müfettişleri bölgede çalışmalara başladılar. Onlarca toplum mezar açıldı. Binlerce iskelet gün yüzüne çıkarıldı. Bu çalışmaların sonunda çok sayıda delil toplandı. Bütün açıklığına rağmen Sırplar katliamı reddetmeye, ortasındaki saldırıyı ve katliamı önlemeden etkisiz olan Avrupa ise gerekli adımları atmada vurdumduymazlığına devam etmektedir. Hala kaybolan binlerce kişinin nerede olduğu, hangi mezarda yattığı bilinmemektedir.

Tarihin en büyük katliamının üzerinden on yıl geçmişi olmasına rağmen katliamın sanıkları Karadziç ve Mladiç yargılanmamış olup halen serbest olarak dolaşmaktadırlar. Korumalarıyla işlerine gidip gelmekte, toplantılara ve düğünlere katılmaktadırlar.

Mayıs 2005 itibariyle Srebrenica sanıklarından sadece 6 tanesi yargılanmış ve 5 ile 46 yıl arasında hüküm giymiştir. Bunda geçen on yıl boyunca Belgrad yetkililerinin BM Uluslararası eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nin Bosnalı Müslümanların yaptıklarını göz ardı edip Sırpları hedef aldığını öne sürerek

Bosnalı Sırp militanlara yöneltilen suçlamaları reddetmelerinin payı oldukça büyüktür. Uluslararası camianın üzerine düşen somut bazı ödevler vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:

* Srebrenica’nın tüm öyküsü bütün açıklığıyla ortay konmalı ve dünya kamuoyuna duyurulmalıdır.

* Bütün toplu mezarlar açılmalı ve cesetlerin kimliği tespit edilmelidir.

* Srebrenica’dan kurtulduğu halde Sırp Cumhuriyeti’nde veya Sırbistan’da cezaevlerinde tutulan kişiler serbest bırakılmalıdır.

* Srebrenica halkının yurtlarına geri dönmeleri temin edilmelidir.

* BM’nin Srebrenica Güvenli Bölgesi’ni korumaktaki başarısızlığını araştırmak üzere tam ve açık bir uluslar arası araştırma komisyonu kurulmalıdır.

* Radovan Karadziç, Ratko Mladiç gibi sorumlular yakalanmalı ve yargı önüne getirilmelidir.

image010.jpg

Srebrenica için yapılması gerekli olan üzerinden henüz 10 yıl geçmiş, aktüel sayılabilecek kadar taze bu olay karşısında suskunluğa gömülüp insanlığa ve medeniyete meydan okuyan Hitlervari azgın katiller karşısında acziyet sergilemek, zaaf göstermek olmamalıdır. Pervasız vahşilerin elinde en acımasız usullerle şehit edilen ve isimsiz kabirlerinde toplu olarak yatan şehitlerin hak ettiği tavır, onların tarihin sayfalarında bir geçmiş masalı olarak kalması ve lime lime doğranırken çektikleri acıların ruhlarına da reva görülmesi hiç olmamalıdır. Öyle zannediyorum ki, insanlığa karşı ödevlerini eksiksiz yerine getiren bu yiğit kurbanların ardında bıraktıkları biz insanlık camiası, onların katlandıkları zorluktan çok daha çok daha büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. İnsanlık, uluslar arası siyaset kaygıları uğruna ya bütün yapılanları sineye çekip görmezden gelmeyi ve yapılanları unutup hatırlatmamayı tercih edecektir ki, bu durumda kaybeden sadece ve sadece insanlık ailesi olacaktır. Yada gelecek insanlık ailesinin aynı felaketlere ve acılara uğramaması uğruna Srebrenica’nın kan rengi topraklarında yatan sessiz yığınların çığlığına kulak verip sorumluları adalet önüne çıkaracak ve ibretamiz bir şekilde onları yargılayıp cezalandıracaktır. Kahramanlıkları ve mazlumiyeti tarihe mal olmuş bu masum halka bir isim hiç değilse mezar taşında çok görülmemelidir.

Bosna'da yıldönümü definleri

20070226112532_42613037_markers_ap203x.jpg

Srebrenitsa katliamının 12. yıldönümünde, Bosnalı Sırplarca katledilen beş yüze yakın kurban, Bosna'da düzenlenen özel bir törenle yeniden toprağa verildi.

Bosna Sırp Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Srebrenitsa'da, savaş sırasında katledilenlerden 465'inin yeniden defnedildiği törene, on binlerce Bosnalı Müslüman katıldı. Tören, yoğun sağanak yağmur altında düzenlendi.

Birleşmiş Milletler tarafından soykırım olarak tanımlanan katliamın on ikinci yıldönümünde, kentte çeşitli anma etkinlikleri de düzenlendi.

Temmuz 1995'te Srebrenitsa'da Bosnalı Sırp güçlerce, sekiz bin dolayında Müslüman erkek ve erkek çocuk katledilmişti.

Toplu mezarlardan çıkarılan iki bin dört yüzü aşkın Müslüman, daha önce kasaba dışında soykırım anısına açılan mezarlıkta yeniden defnedilmişti.

Bu yıl yeniden defnedilen kurbanlar, katliamın ardından toplu mezarlara gömülmüşlerdi. Ölenlerin bir kısmının kimliği, nerede gömüldüğü ise bilinmiyordu. Bosnalı Sırplar, daha sonra katliamı örtbas etmek amacıyla toplu mezarları başka yerlere nakletmişlerdi.

Katliamın 12. yıldönümünde ise, kurbanlardan 465'i, kimlik tespitinden sonra yeniden toprağa verildi.

Kayıp yakınlarını, Srebrenitsa katliamının yıldönümünde en çok yaralayan ise, Bosnalı Sırpların siyasi lideri Radovan Karaciç ve askeri lider Ratko Mladiç'in, Birleşmiş Milletler'e bağlı savaş suçları mahkemesinin kararına rağmen, adaletten kaçmayı başarmış olmaları.

Birleşmiş Milletler'in en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı, Şubat ayında verdiği kararda, Srebrenitsa'daki katliamı soykırım olarak tanımlamış, ancak Sırbistan'ın bundan hukuken sorumlu tutulamayacağını bildirmişti.

TBMM

ASAM

BBC Türkiye

Link to comment
Share on other sites

Avrupanın göbeğinde tam bir müslüman katliamı yapıldı ve tüm medeni!, gelişmiş!, insan hakları savunucusu!, özgürlük ve demokrasiden bize dem vuran! avrupa ve birleşmiş milletler seyretti. Adamlar ismi konmamış bir haçlı seferini adım adım uyguluyorlar. :p

Teşekkürler hocam....

Link to comment
Share on other sites

11 Temmuz 1995

Srebrenitsa “güvenli bölge” olarak ilan edilmiş olmasına rağmen, UNPROFOR’un bünyesinde Srebrenitsa bölgesinde görev yapan Hollandalı askerlerin geri çekilmesiyle, kent Ratko Mladiç’in silahlı kuvvetlerinin eline geçti. Bunun sonucunda yaklaşık iki hafta içinde 8 bin üzerinde sivil Boşnak öldürülmüş ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da görülmeyen bir soykırım işlenmiştir. Srebrenitsa trajedisi karşısında seyirci kalan NATO ve BM, “güvenli bölgenin” korunması, daha doğrusu Srebrenitsa katliamının önlenmesi için hiçbir şey yapmamıştı. Nisan 2004’te, Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan BM’nin eski Yugoslavya ile ilgili Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Srebrenitsa katliamının soykırım olduğunu teyit etmiştir.

bir de utanmadan tüm müslümanlarla alay eder gibi hollanda hükümeti geçen sene o birliğin komutanına ödül verdi

bosna savaşında verdiği yararlı hizmetlerinden dolayı... Allah hepsinin layıkını verecektir şüphesiz.

Bosna deyince beni üzen haberlerden birisi de geçenlerde haber bültenlerine düşen bir haberdi.

Bosna hükümeti Bosna savaşında bosna dışından, canları pahasına tüm dünyanın yok saydığı bosnalı kardeşleri için bosna ya savaşmaya gelen ve rahmetli Aliye İzzetbegoviç zamanında vatandaşlık verilen mücahitlerin vatandaşlıklarını iptal edip sınır dışı etmişti. bu insanların çoğu senelerdir bosnada yaşamakta ve aileleri olan insanlar.

En acısı da bu cesur ve fedakar insanları sınır dışı etmeden önce sorgulamaları için ABD ye teslim etmiş olması.

Allah onların da layık ettikleri sonu vereceklerdir. Böyle bir vefasızlık tarihte başka yerde görülmüşmüdür bilmiyorum

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...