Jump to content

Anadolu'nun son ustaları İstanbul'da


tarihogretmeni

Recommended Posts

23015.jpg

Anadolu'nun bin yıllık geleneğini yaşatan semerci, harikçi, kutnucu, ehramcı ve yok olmaya yüz tutmuş onlarca mesleğin ustası Taksim'de bir araya geldi.

Semerci, harikçi, kutnucu, ehramcı ve yok olmaya yüz tutmuş onlarca mesleğin ustası Anadolu’daki kasabalardan şehirlerden kalkıp İstanbul’a geldi. Hepsini bir arada görmek ele geçmez bir fırsat; barakaların her biri küçük okullar gibi.

Anadolu çarşılarının hulâsâsı; Mardin gümüşü, Antep kumaşı, Tokat yazması, Ahlat bastonu, Kütahya çinisi, Siirt battaniyesi ve diğerleri… Ustalar, tası tarağı toplayıp Taksim’in göbeğine, Gezi Parkı’na göçtü. Küçük barakalarda hem mesleklerini icra ediyor hem de satış yapıyorlar; ancak hiçbiri müşteri bekleyen esnaflar gibi durmuyor. Maddî beklentileri olmadığından değil; elleri ve alın terleriyle ortaya koydukları ürünü hemen gözden çıkarılacak ticarî bir meta gibi görmediklerinden. İstanbul’un dört bir yanından kopup gelmiş meraklılar yok sanki etraflarında. Kendi atölyelerinde keçe, talaş, çömlek çamuru, kendir ipi, boncuk taneleri arasında dalgın çalışıyorken, bir el onları Beyoğlu’ndaki barakalara taşımış sanki… Köklü bir gelenek de beraberlerinde gelmiş. Ahilik edebine uygun şekilde, büyük bir aile sayıyorlar kendilerini. Kültür Bakanlığı’nın tespit edip kimlik kartı verdiği son ustalar, dua edip hâl hatır sormadan geçmiyorlar tezgâh başına. Hatta kazançları bereketli olsun diye birbirlerine siftah bile atıyorlar.

TAKSİM MEYDANI’NDA ÇEKİÇ SESLERİ

Gezi Parkı’ndaki ‘Altın Eller Festivali’nde dolaşanlar, ziyaretçilerdeki minnet duygusunu sezebilir. Bunca ustayı tanıyabilmek için nice şehir dolaşmaları, sorup soruşturmaları gerekirdi. Birçoğu alanında tek olan 80 usta bir alanda toplanmış mesleklerini icra ediyor ve ziyaretçiler iki adımda, bir sanatın inceliğinden diğerinin derinliğine geçebiliyor. Bakırcı Mehmet Külekçi’ye Gezi Parkı numara 6’da değil de Urfa’daki çarşıda, isot kokusu burnunuzda, mırranın ve meyan şerbetinin tadı damağınızdayken rast gelmek elbet daha mânidar olurdu. Şu durumda umut edin; muhayyileniz sizi tatlı bir yanılgıya düşürsün ve bakırı döven çekicin tak takları eski çarşılardan yükselsin.

Ustaların İstanbul çıkarması bir yanıyla sevinçli bir hadiseyken diğer yanıyla hüzünlü… Kimi barakalardan serzenişler yükseliyor çünkü; pişman olduğunu itiraf edenler hatta ufak yollu tehdit savuranlar da var: “Mesleği bırakıyorum, bu da büyüklerimin ayıbı olsun.” Bitlisli Serkan Kurtulgu, tabanı kendir ipi, üzeri keçi kılından yapılan hariklerin yani eskiden dedelerimizin giydiği ayakkabıların bugün hiç ilgi görmediğinden şikâyetçi: “On yılımı bu işe verdim; ama pişmanım. Beklediğimiz hiçbir desteği görmedik. Bitlis’te bu işi yapan iki kişiyiz, para kazanamadığımız için bırakacağız.” Serkan Usta, dertli olmasına dertli; ama belki de hiç terk edemeyecek bu mesleği. Öyle olsaydı bir anda heyecana kapılıp harik yapmanın inceliklerinden söz eder miydi? “Keçi kılı ip hâline getiriliyor. Üst örgüsünü kadınlara diktiriyoruz. Eğirme ve taraktan geçirme işlemlerini de onlar yapıyor. Kendiri ‘taşı’ dediğimiz bir el makinesiyle birleştiriyor ve bir kanca yardımıyla ip hâline getiriyoruz. Bir çift harik için altı metre uzunluğunda ortalama yirmi ip gerekiyor.” Üstelik farkında olmadan ata mesleğini icra ediyor: “Kursta, ilk ayakkabıları yapıp eve ******ürdüm. Babama izah ediyorum; ama o gülüyor. Meğer dedem harikçiymiş, haberim yok.”

600 YIL ÖNCESİNİN RENK VE DESENLERİ…

İsmine pek aşina olmadığımız mesleklerden biri de kutnuculuk. Padişahlara kaftan olan bu özel kumaş, Antep’te hâlâ 600 yıl öncenin renk ve desenleriyle dokunuyor. Biraz daha modernize edilmiş olanları da isteyene pantolon isteyene etek oluyor.

El emeği meslekler, zorluğa tahammül edecek insan kalmadığından, hammadde yokluğundan veya tabii olanın yerini sentetik ürünler aldığından birer ikişer kayboluyor; ama ilginçtir her şehirde, kasabada tozları silkeleyen birkaç usta var. İlhamını Tokat camilerinden ve evlerinden alan Mehmet Çakar, tamamıyla unutulmuş ahşap oymacılığı on yıldır yaşatıyor. O da birkaç kez, para kazanamadığı gerekçesiyle sanatını bırakmaya yeltenmiş; ama sonra vazgeçmiş: “Tavan göbeğinin gerçek fiyatı üç bin YTL. Fiyatı yarıya indirdim; yine de satılmıyor. Sadece ondan para kazanmayı beklersem aç kalırım. Küçük tahta işler yapıyorum şimdi. Bunlarda da sanat var; ama insanlar daha kolay ulaşabiliyor.”

Festivalde, ürünleri tanınan, kıymet bulan ustalar rahat görünüyor. Ispartalı derici İbrahim Parlak, kendinden emin bir tavırla, “Dünya döndükçe insanlar deri kullanacak.” diyor. İmitasyonun ne kadar revaçta olduğunu hatırlatınca, modanın gelip geçiciliğinden insanların tabii olana döneceğinden söz ediyor. Kütahya çinilerinde de kadri kıymeti bilinmenin ağırlığı var; ancak çini ustası Mehmet Yıldırım sanatının yeterince tanındığından pek emin değil: “Siz de şahit oldunuz işte, adam gelip, alçıdan mı yapıyorsunuz diye soruyor. Çininin sır altı dekor tekniği olduğunu, sağlığa iyi gelen birçok taşın çinide mevcut olduğunu kaç kişi biliyor ki.”

Bazı meslek erbaplarının, sanatları kıyıda köşede kalmasın, gündelik hayatta kendisine yer bulsun diye kafa yorması gerekiyor. Tokat yazması ve ehram, bir yazma ya da ehram olmanın çok ötesinde şimdi; kimi koltuğuna örtüyor, kimi masasına, kimi de üzerine giyiniyor. Festivalin üç yazmacısından Yurdanur Uçar, bu sanatın yurdu Tokat’tan geliyor. Handan Cengiz ise Çanakkale’den… Yazma ve Çanakkale birlikteliği biraz tuhaf doğrusu. Handan Hanım gülerek, “Bizde yok zaten.” diyor, “Tokat’tan alıp Çanakkale’ye ******ürdüm.” Tokat yazması bu yolculukta biraz değişmiş, biraz da garipsenmiş. Tahta kalıpların arasına, tişörtlere basılmak üzere hazırlanan Truva Atı da yerleşivermiş mesela. Müşteriler de bir ara, yazma yerine kalıp satın almak istemiş. 18 Mart Üniversitesi’ne dilekçe veren Cengiz, yazmayı hemşerilerine öğretmeye kararlı.

KASTAMONU YAZMASINI ONDAN BAŞKA YAPAN YOK!

Üçüncü yazmacı dertli olanı… Kastamonulu Cemil Kızılkaya kırmızı lahana, ceviz ve soğan kabuğundan hazırladığı boyaları, taş kalıpla kumaşa basarken, bir dükkânının bile olmadığından, mesleğini apartmanın önünde, toz toprak içinde yaptığından yakınıyor. Bizans, Selçuklu ve Osmanlı eliyle günümüze ulaşan Kastamonu yazmasını ondan başka yapan yok; ama 35 yıllık mücadele her an sona erebilir. “Dünyada baki değilim ki,” diyor Cemil Amca, “Bütün bildiğim benimle beraber mi gitsin. Kurs açın, öğretelim diyoruz. Kimsenin sesi çıkmıyor.”

‘Altın eller’in en sessiz ustalarından biri semerci Muzaffer Özsır. Mesleği gereği yere oturmuş, kim bilir hangi karakaçan için hazırladığı semeri mavi boncuklar ve renkli keçelerle süslüyor. Bir ressam, ileride yağlıboya çalışmak üzere fotoğrafını çekiyor, o, kanaat gibi unuttuğumuz şeyleri mırıldanıyor: “Zamanında kazandırdı bu meslek bize. Ev alıverdi, bağ alıverdi. Çocukları okuttu, evlendirdi. Şimdiden sonra da aç kalmayız. Bereket Allah’tan.”

İĞNE OYALI BEZ BEBEKLER

Bez bebeklerin sergilendiği stantlarda oturan hanım ustaların kaybolan bir mesleği canlandırdıkları değil; ama olmayan bir mesleği icat ettikleri söylenebilir. Şimdinin bez bebekleri, çocukluğumuzun naif hatıraları arasından çıkıp gelenler gibi süklüm püklüm değil üstelik; üzerlerindeki iğne oyaları, nakışlar, boncuk işlemelerle pek kıymetli görünüyorlar. Ardahan-Damal bebeklerinin ustası Fidan Atmaca’nın mahareti fark edileli epey olmuş; pek çok festivale katılmış, televizyonlarda görünmüş. Ancak hemen yan taraftaki Muğla bebekleri bu yıl ilk kez görücüye çıkıyor. Kültür Bakanlığı’na bağlı çalışan folklor araştırmacısı Semra Akbulut Kahveci, Milas’ın Çomakdağ köyünde bir yıldan beri üretilen bebeklerin 28 kadına iş imkânı sağladığını söylüyor. Günde 10 lira yevmiyeyle çalışan kadınlar, vaktiyle ninelerinin giyindiği kostümleri bez bebeklere birebir uyguluyor.

FESTİVAL 5 EYLÜL’DE BİTİYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Beyoğlu Belediyesi işbirliğiyle düzenlenen ‘Altın Eller Festivali’ 5 Eylül’e kadar açık kalacak. Ustalarla tanışmak, mesleklerini nasıl icra ettiklerini görmek ve bu arada ufak tefek birşeyler satın almak isterseniz Taksim Gezi Parkı’na uğramalısınız. Bu arada el emeği göz nuru ürünlerin biraz pahalı satıldığını da hatırlatalım.

dünya bülteni

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...