Shadoww Posted December 24, 2008 Share Posted December 24, 2008 Tasavvuf Edebiyatında Devriyye Geleneği Tabirdir ki burada mevzu-ı bahsimiz “karakol devriyesi” değildir!. Devriyye eş'âr-ı sûfiyânede bir nev'i manzumatın ismidir. Rıza Tevfik Tasavvufî öğretide devir, varlıkların Hakk'tan gelişini ve O'na dönüşünü açıklayan bir oluş nazariyesidir. Varlığı ve nesneleri, zuhur ve tecellî esasına göre açıklayan mutasavvıflara göre mutlak varlıktan tecelli suretiyle zuhur eden bir nesne, çeşitli değişim safhalarından geçtikten sonra varlıkların en süflisi olan madde mertebesine kadar iner (nüzûl). Akabinde yükselmeye (uruc) başlayarak yine çeşitli merhalelerden geçerek, geldiği noktaya ulaşır. Mutlak varlıktan ayrıldıktan sonra inişe geçen ve alçalan bir nesne (umumi feyz, vücûd-ı sârî, mevcûd, ilahi nûr) sırayla külli akıl, dokuz akıl, dokuz unsur , dokuz felek, dört tabiat ve dört unsur seviyesine kadar düştükten sonra yükselişe geçerek yine sırayla madde, maden, bitki, hayvan, insân ve insân-ı kâmil seviyesine kadar çıkar. Devir adı verilen bu yolculuk 360 derecelik bir daire şeklinde izah edilen ve ortasından geçen ''hatt ı mevhûm'' denilen düz çizgi ile 180 derecelik iki kavse ayrılarak iki safhada anlatılır. Devir anlayışının başlangıçtan itibaren ortaya çıkan birinci devresine ''mebde'' adı verildiği gibi 180 derecelik bir yay halindeki bu kısmına ''kavs-i nüzûl'' de denilmektedir. Vücûd-ı mutlaktan ayrılan nûr-ı ilâhinin âlem-i süflî olan dünyaya başka bir deyişle toprağa intikale kadar geçen bu devresini anlatan devriyyelere ferşiyye veya devriyye-i ferşiyye adı verilir. Üsküdarlı Hâşim Baba 'ya ait Devriyye-i Ferşiyye Türk Edebiyatının bu konudaki en tanınmış eseridir. İlahî nûrun topraktan madene, ondan bitkiye, bitkiden hayvana, ***** mahlukatın özü (zübdesi) ve en şereflisi olarak yaratılan insâna intikal ederek onun suretinde ortaya çıkmasına ve insânın da insânı kâmil mertebesine yükselerek ilk zuhur ettiği asıl kaynağa, yaratıcısına dönmesine ise ''meâd'' denir. Bu devre, bir yükselişi ifade ettiğinden ''suûd'' veya dairenin ikinci kısmını meydana getirdiğinden ''kavs-i urûc" diye de adlandırılır. Bu ikinci devri işleyen eserler ise arşiyye veya devriyye-i arşiyye olarak tanınmaktadır. Niyazî-i Mısrî'nin ''Devriyye-i Arşiyye''si bu türün Türk Edebiyatındaki en tanınmış örneklerindendir. Ferşiyyelerde Mutlak varlıktan ayrıldıktan sonra dünyaya inişe kadar kat edilen yolculuk, arşiyyelerde ise dünyadan tekrar yüce âleme , huzurı İlahîye kadar yükseliş, fenâ fillâha eriş konu edilir. Anlatım sırasında vahdet-i Vücûd düşüncesinin tesiriyle olsa gerek şair , geçilen bütün devreleri, yaşanılan bütün halleri çok defa kendi şahsı macerası gibi anlattığı için ortaya, hemen bütün devriyye yazanlarda görünen ve Oğlanlar Şeyhi İbrâhim Efendi'nin, “Evvel benem ahir benem batın benem zahir benem / Her mü 'min ü tersâ benem inkâr ü îmân olmuşam // Zerrât-ı âlem hep benem ademde olan her demem / Hem İbrâhim Edhem benem Belh içre sultân olmuşam” beyiderinde karakteristik ifadesini bulan bir söyleyiş tarzı ortaya çıkar. Mutasavvıf şairlerin hepsinin devriyyelerinde yer alan bu tasavvufi, remzî ifade tarzının yanı sıra, aynı şairlerin halk için yazdıkları devriyyelerde çoğunlukla, insânın ana rahmine düşmesinden başlayarak ölümüne kadar , hatta bazan ölümden sonraki bazı safhaları da içine alan bir anlatımla karşılaşılmaktadır. Bu manzumelerde, ana rahmine düşme anından itibaren kişinin başına gelecek olan maddî ve manevî sıkıntılara işaretle dünya hayatında bunlardan kendini korumanın yollarını anlatan, kabir ve âhiret âleminin güçlüklerini gözler önüne seren devriyyeler kâleme alınmıştır. Yûnus Emre'nin, “Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül / Hakk 'tan bize destur oldu hazîneye düştü gönü” beytiyle başlayan şiiri bu tip devriyyelere örnektir. Ayrıca bu anlayıştan hareketle devriyye türü, ileride ayrı bir nevi olarak ortaya çıkacak yaşnâmeye de dönüşmektedir. Nitekim Türk Edebiyatında ilk devriyyeyi kâleme aldığı bilinen Ahmed Yesevî'nin hikmetleri arasında, “Hâlikımını izler min tün kün cihân içinde / Tört yanımdın yol indi kevn ü mekân içinde” mısralarıyla başlayan on beyitlik hikmeti kısa ve özlü bir devriyye örneğidir. Onun, “Eyâ dostlar kulak salun ayduğumga / Ne sebepdin altmış üçde kirdim yirge / Mi'rac üzre Hak Mustafa rûhum kördi / Ol sebebdin altmış üçde kirdim yirge” kıtasıyla başlayan ve seksen sekiz kıta tutan altı hikmetten meydana gelen devriyye-yaşnâmesi de hem türünün ilk örneği, hem de devriyye ile yaşnâme arasındaki ilgiyi gösteren karakteristik bir misaldir. Tasavvufî devriyyeler içinde şeriatın zâhirine muhalif görünen, yoruma açık ve remzî ifadelerle kâleme alınmış olanlarına, dinî-şer'î kayıtlara aykırı sözler söylemekte aşırılıktan çekinmedikler bilinen Melâmîler'in yanında çoğunlukla Bektaşîler'in ve onların tesiri altında bulunan diğer Alevî zümrelere mensup şairlerin daha fazla rağbet ettiği görülmektedir. Bunun önemli bir sebebi konunun, insân-ı kâmil haline yükselmeden önce, yani kavs-i nüzûl ve urûc devresinde iken tabâyi-i erbaa ve anâsır-ı erbaa safhalarında cemâdat, nebâtat ve hayvanata ait aslında beşerî olmayan çeşitli menfi tezahürlere sahne olan insân varlığını kınayıp yermeye elverişli bulunmasıdır. Bu suretle kişinin kibirlenip gururlanmamasını, yaratıcısı karşısında aczini itiraf etmesini, kusuru önce kendinde aramasını ve eksikliklerini süratle tamamlayıp asıl kaynağına yönelmesini, o yüce zâta layık olacak şerefe erişmesini özendirmek de mümkün olabilmektedir. Devriyyelerin ekseriyetini nüzûl devresini anlatan ferşiyyelerin teşkil ediyor olması urûcun pek nazik bir tasavvufî mesele olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Bektaşî ve Alevî şairlerin devriyyelerinde İslâm inancına zıt bir anlayış olan tenasüh, hulul ve ittihada yer verildiği, Sünnî mutasavvıfların manzumelerinde ise bundan dikkatle kaçınıldığı görülmektedir. Devir nazariyesini benimseyen mutasavvıflarca, bunun tenasühle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını özellikle vurgulamışlardır. Sufiyyenin büyükleri devir nazariyesini “Biz Allah 'a aidiz, yine O'na döneceğiz” mealindeki ayetin ışığında açıklamışlardır. Devriyyelerin diğer bir çeşidini de Bektaşîlik'te tarikata girişi, ''teslim ve ikrar''ı anlatan manzumeler teşkil etmektedir. Çünkü ''yola giriş'' Bektaşîler'ce bir nevi nüzûl ve suûd olarak kabul edilmektedir. şâhî'nin, “Kurbanlar tığlanıp gülbank çekildi / Gaflet uykusundan uyanageldim /Dört kapı sancağı anda dikildi / Can baş feda edip kurbana geldim” kıtasıyla başlayan ve nefes olarak da bestelenmiş bulunan devriyyesi bu şeklin tanınmış bir örneğidir. Türk Edebiyatında devriyyeler konusunda henüz derli toplu bir çalışma yapılmadığı gibi neşredilen Türkçe örnekler de pek fazla değildir. Ahmed Yesevî, Yûnus Emre, Şi'rî, Harâbî, Gaybî, Oğlanlar Şeyhi İbrâhim Efendi, Pîr Sultan Abdal, Niyâzî-i Mısrî, Yeksânî,Necmî, Gufrânî, Çankırılı Mefharî ve Hüsnî'ye ait olmak üzere toplam yirmi beş kadar devriyye yayımlanmıştır. Ayrıca Neyzen Tevfik ve Çankırılı Ahmed Talat ile Rıza Tevfik de bu türün Türk Edebiyatında bilinen son örneklerini kâleme alan şairler olarak kaydedilebilir. Arap edebiyatında önemli bir yeri olmadığı anlaşılan devriyye, klasik Fars edebiyatında daha geniş bir yere sahip olmakla birlikte bir tür olarak gelişmemiş ve özel bir adla anılmamıştır. Farsça yazılmış devriyyeler arasındaki başta Mevlana'nın Divân-ı Kebîr'i ile Mesnevîsindeki manzumeleri zikredebilir. Mevlana Celaleddîn-i Rumî Mesnevîde, “Der beyân-ı etvâr-ı menâzil âdemi ez ibtidâ” diyerek bu doktrini pek sarih ve manzum bir ifade ile beyan eder. Âmade evvel be-iklîm-i cemâd Ve'z-cemâdîder nebâtî uftad [''Önce cansızlar alemine geldi. Sonra oradan nebat alemine düştü!''(Bu manzumenin tamamı için bkz. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. s. 323)]. Ayrıca Nâsır-ı Hüsrev, İbn Yemîn-i Tuğrâî, Feyz-i Hindî ve Şebüsterî gibi müelliflerin bu konuda manzumeler yazdıkları bilinmektedir. Hakîmane kıtaatıyla meşhur olan şâir-i sûfi İbn Yemîn ise, bütün bu doktrini pek güzel bir kıt' a ile beyan etmiştir: Zedem ez ketm-i adem hayme be-sahrâ-yı vücûd Ve'z-cemâdî be-nebâti seferî kerdem û reft. Ba'd ez ânem keşîş-i nefs be-hayvânî bûd Çün resîdem be-vey ez-veygüzerî kerdem û reft. Ba'd ez ân dersadef-i sîne-i insân be-safâ Katre-i hestî-i hodrâ güheri kerdem û reft Bâ-melâik pes ez ân savmaa-i kudsî-râ Kerd bergeştem û nîkû nazarîkerdem û reft. Ba’d ez ân rû sûy-ı o burdem û çün İbn Yemîn Heme û geştem u terk-i digerî kerdem û reft. [Yokluğun gizliliğinden çıkıp varlık ovasına çadır kurdum ve cemadât âleminden nebâtât âlemine bir sefer ettim, geçtim. Ondan sonra nefsimin meyli beni hayvanlığa çekti ******ürdü, oraya varınca oradan da geçtim gittim. Sonra insânın sînesinde kemâl-i safa ile kendi varlığımın katresini bir gevher ettim, gittim. Daha sonra meleklerle ma'bed-i mukaddesi tavâf ederek hüsn-i nazar ettim geçtim. Nihayet gözümü O'na yani Hakk'a çevirdim ve İbn Yemin gibi hep O oldum, başkasından vazgeçtim!] Klasik Fars ve Türk edebiyatlarında devriyyeler kaside, gazel-ilâhi, mesnevi tarzında ve aruz vezniyle yazıldığı halde bazı yönleriyle halk edebiyatına benzeyen tekke ve özellikle Bektaşî edebiyatlarında ilahi, destan, koşma, nefes gibi nazım şekilleriyle ve daha çok hece vezniyle kaleme alınmıştır. Mensur ve müstakil olarak yazılmış devriyyelere pek az rastlanır. Abdurrahman Güzel'in yayımladığı Niyâzî-i Mısrî'nin ''Risâle-i Devriyye''si bunlardan biridir. Bunun dışında bazı İbrâhim Hakkı'nın Mârifetnâme'si bu konuda geniş bilgilere yer veren tanınmış bir eserdir. Devriyye-i Ferşiyye-i Hâşim Baba HÂŞIM BABA (ö.1197/1783): 1130 (1718) yılında İstanbul Üsküdar' da doğdu. Bandırmalızâde Tekkesi'nin şeyhi Yûsuf Nizâmeddin Efendi'nin oğludur. Hâşim Baba Celvetî âdâb ve erkânın öğrenerek büyüdü, ancak daha sonra Bektaşîliğe meyledip Mısır Kasrülayn'daki Kaygusuz Abdal Bektaşî Tekkesi şeyhi Hasan Baba'ya (ö. 1170 / 1756) intisap etti. Melâmî meşrep bir sûfi olarak bilinen Hâşim Baba'nın bazı Melâmîler'ce kutup diye tanındığı rivayet edilirse de bu doğru değildir. Varidâfında cifr ilmi ve ebced hesabıyla geleceğe ait bazı bilgiler veren Hâşim Baba çok yönlü şahsiyeti sebebiyle bir yerde karar kılmamış ve her grup tarafından genellikle dışlanmıştır. Bu yüzden ne Bektaşîler'e Bektaşîliği'ni ne de Celvetîler'e Celvetîliği'ni kabul ettirebilmiştir. Nitekim hayatının yarısına yakın kısmını irşad ve tarikat hizmetiyle geçirmesine rağmen Celvetiyye'nin merkezi Hüdâyî Dergâhı'na cenazesi o sırada postnişin olan büyük Rûşen Efendi tarafından içeri alınmamış, cenaze namazı -dergâhın alt kapısında Cennet Efendi hâziresi önünde kılınabilmiştir. Hâşim Baba 'ya ve bağlılarına karşı diğer tekke mensuplarının da mesafeli bir tavır içinde olduğu, hatta Nasûhî Dergâhı'na müntesiplerinin onun tekkesinin civarından geçmeyi bile pek hoş karşılamadıkları rivayet edilmektedir. Hâşim Baba 'nın Celvetî âsitânesi şeyhlerince dışlanması üzerine vefatından sonra mensupları kendisine Hâşimiyye adlı bir tarikat nisbet etmişlerdir. Meşihatında bulunduğu Bandırmalızâde Tekkesi bu tarikatın âsitânesi olarak faaliyet göstermiştir. Eserleri: 1. Divan, 2. Vâridât, 3. Ankâ-yı Meşrî, 4. Devriyye-i Ferşiyye. Bir zaman ola ki nesl-i ademi bula fena Sulb-i Haydar'dan gele ecsada ruh ile bula beka Nesl-i Haydar müfredatı cem'u terkib eyleye Müfredat ola mürekkeb ruh ile bula beka Her devirlerde mürekkeb ola ruh-ı müfredat Tavr-ı insâna bu tarza eyleyeler ibtida Devr-i evvelde cihan teribi olan müfredat Haşr-i kübrada olurlar ruh ile hep aşina Ruh ile her birisi bir türlü etvar göstere Esfeli terk eyleyip bir bir bulalar i'tila Seb'-i etvar ile hayvan mülkünü seyr edeler Devr edip bir meratib nutk ile bula safa Lik vardır ''redd-i esfel'' bazısına sureta siret ile suretine yine eyler irtika Hep tabayı 'mecma'ıdır her maadinle nebat Müfredata raci' olmak anlara olmak gıda Bil ki bu terkib-i insân cümleyi cami'durur Suretine sireti tatbik ise olmaz ceza Suretine sıretin tatbıka sa'y et ey aziz Arz-ı hal et mühr-i tatbik ura kalbe evliya Ehl-i irşaddır bu demde kalbini pak eyleyen Damenini dutmaz isen devr edersin kahkara Mülk-i insân heşt menzildir hakikat şehrine Çalış imdi menzilin itmama aşık bi-riya Hanedan-ı Mustafa varislerine bende ol Anlara mahsus hidayet hem şefaat taliba Ol güruh-ı nazenine mülhak olmazsan eğer Menzilinden reddolursun gayrı yoktur mülteca Fırsatın elde iken tut damenin bir mürşidin Dest-gir olsa olursun mülhak-ı al-i aba Bilmeyip bu ehl-i irşad halini münkir olan Kahkariyyen devr ile hayvana can eyler feda Çok zaman hayvani hil'atlar giye öz nefsine Hırs ile dam-ı beladan bulmaya ol hiç reha Kalb-i mürşidden olursa her kime atf-ı nazar Gönlüne dahil olar zatına eder iktida Hanedana eyleyen Ammar-veş canın feda Ehl-i beyte ola mülhak ''ircii'' ere nida Dinler isen hoş maarif söyleyem pek dikkat et Kimse bu sırdan haber vermiş değildir taliba Arza nisbet ebhurun mahluku nice rütbedir Bir semeklerdir tuyurat anda yok subh u mesa Üç tabayi' üzre terkib evveli bahrilerin Her birini Çar unsur ede tahrike seza Tohm ile zahir olur tavr-ı semek birine bin Birbirin eyler gıda yoktur birinde hubb-ı ca Safilinin esfelidir cins-i bahri cümleten Hilkati esfel deminden misl-i Mervan daima Bed nefisten olduğuyçün bunların hilkatleri Bu'd-ı insânda taayyüş etmeğe ol mübtela Nefs-i magzubun deminden olanın ekli haram Cürm u isyandan olur hep nev' ile hut-ı fena Daima mahluk-ı bahrin evveline kıl nazar Ma'deni etvar ile yoktur birinde dest ü pa Yine ma'dendir gıdası bak aceb hizmettedir Bir değirmedir ki bunlar taşı eyler aynı ma Her devirde bahr-i rahmet ehl-i şirki gark eder Hıfz-ı suret eyledi kürside hayy-ı Kibriya Her biri bahrin fenasıyla giyer cin hil'atin Bu devirle devr eder hep safilin-i eşkıya Arz-ı bahri mesken ede her birisi bunların Nice menzilden geçe hem bi-hem ü bi-neva Pay-ı çille seyr ederken çar-paya nalk edip Çar erkan ile ahır seyr ede şehr ü kura Çar pada heft nev'dir bir enva'ı yedi Anın için bil yedidir pute-i nar-ı laza Katil-i eşca yedidir nev'-i hayvanide hem Pençesi var her birinin arkasında post kaba Muzi-i mühlik yedidir tohm ile eyler zuhur Her biri yerler içinde eylemiştir ihtifa Nev'-i ***** yedidir ademe olan gıda Tırnağı kim iki şaktır azı dişi olmaya Ef'i kec tayyar-1 katil pençesi var seb'adır Sireti zahid münafık bulmamışlardır hüda Pençesi kattal olanlar nefsine mağlub olan Muzinin içi hıyanet hükm-i vesvas masiva Nice bin kez devr ederse bulmaya biri felah Hanedan-ı Mustafa'dan olmayınca pişiva Bu kasidem müntehinin sohbetiyle fehm olur Mütedilerden sakın kim attırırsın taşı ha (Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri, s. 453. ) KİTABİYAT 1) Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Y. , Ankara, 1984. 2) Pakalın, Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB. , İst. ,1993. 3) Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Y. Ankara, 1995. 4) Uçman,Abdullah, Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri, MEB. , İst. , 2001. Uludağ, Süleyman, DİA. , Devir mad. , Uzun, Mustafa, DİA. ,Devriyye mad. Yılmaz, H. Kâmil, DİA. , Hâşim Baba mad. http://www.osmanli.org.tr/osmanlitasavvufu-8-193.html Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Archived
This topic is now archived and is closed to further replies.