Jump to content

kadife karanfilim kırmızı...(mavii'den)


mavii

Recommended Posts

esiyordu,esiyordu da rüzgar;

dağılmıyordu derdimiz tasamız…

dövdükçe ayak sesimiz yolları

ıslandıkça pencereler

geçmiyordu izimiz,geçmiyordu ağrımız…

poleni uçuşuyordu hanımelinin

ve yapışıyordu ıslak kanatlarımıza;

yağıyordu,yağıyordu da rahmet,

kurtulamıyordu gemimiz takıldığı ağaçtan,

bazen çam yeşili yolun üstüne vuran…

devrik cümleler kalemimden dökülen,

satır aralarına ılık nefesimizle;

sığıyorduk sığmasına da;

bir şeyler eksik kalıyordu sanki…

22,24

04,01,07

Link to comment
Share on other sites

Kar,

mızrap oluyor yollara.

Rüzgar,

çatımıza misafir.

Aylak kuşlar

aç ve susuz dolanıyor.

Hiç susuz kalmamıştık oysa

yani bu kadar olmamıştı.

Yanımıza kadar ilişti derdimiz

ama artık çok geçti.

Sanırım

bir özür borçluyum.

Sanırım

hiç kimse eskisi gibi değil.

Her nefes alıp verişimiz mübah,

her derdimiz sanki günah.

O ses bile o değil,

beklenen o değil...

Kırılan hayal bir araya gelmez artık.

Her satırda aslında yarım

her kelimede biraz eksik aslında.

Bence zaman yok bence an

bence durmak yok gitmek ansızın

bir yol kenarından.

Eksik olan benim

eksik olan biz.

Evvelden eksik kalınca içimiz

büyüsekte,

faydası olmuyor büyüyen yanlarımıza...

Ama,

gülmek her vakit gülmek olmaz

ağlamak, her vakit ağlamak.

Ağlayınca sonunda gülen

gülünce sonunda ağlayan...

Hanımeli kalır aklımızda

bir kadının elidir belkide,

belkide bir annenin...

Kaldırsan ve tutsan ince yerinden

hanımeli ve kar ayrı ayrı yağsa

odamızın her köşesine

sinsice...

05.01.07

Link to comment
Share on other sites

yollara düşer gölgen

karanlığa karışır

bir yıldız sana doğru

yürür her gece…

sürüklenir rüzgar

saçına yapışır

bir deniz yıldızı

vurur sahile…

hamal uykusundayken,asma köprüler

akıp gider nehir,zaman akıp gider…

sokağın sessizliği ürküttükçe düşlerini,

ayaküstü bir adam

yok olur gider…

şu ağlayan sundurma

şu çatısı evin;

derin derin iç çeker,yumar gözlerini…

uyuyan güzel halen uykudayken

mıh gibi çakılır bileğinden

adamın elleri…

(…)

Link to comment
Share on other sites

Hiç bir zaman hoşçakal demeyiz

ama her an gitmek vaktidir bizde...

Yüreğimiz bir kuştur

uçmasını bilmesede.

Ayaklarımız hep gider

ne kadar gitmesede...

Elbette biziz,

aslında biz değilsekte.

Veren alır

alan verir..

Ama umut bitmez bizde

çünkü ölmek yoktur.

Ölmek ölmüştür

mavi denizimizde...

Her anı son yudum gibi içsekte

sökülen yanları

acının ipiyle diksekte.

Biz ölmeyiz hiç biriyle

aslında budur yaşatan bizi...

Bununla yaşamak

bize göre yaşamak.

Yaşamak görmek değil sadece

sadece izler değil...

Hoşçakal yoktur bizde

çünkü gitmek yoktur...

Bir köprü,

bazen tutar kıvranan belimizden.

Ben bir köprüyüm

bas geç üstümden..

Veren alır

alan verir...

Bir nefes bile menfaattedir içimizde.

Ama bizde yok

veririz almak için değil..

Alırsakta hatır ve gönül için.

Bak nasılda sustular

bizi dinliyorlar.

Sustular konuşamayanlar...

Sustular bizi dinliyorlar...

İşte köprüyüm geç üstümden

işte taşım ayak bastığın...

Firar değil, engel değil...

Veren alır

alan verir.

Şimdi geçmek vaktidir

köprüden.

Taşlar ayağının soluğunu kollamaktadır.

Hadi!

Bir de el olurum üstelik

el olurum tutman için elimden.

Köprüyüm bir de taş

tut elimden...

Şimdi geçmek vaktidir.

Şimdi geçmek vakti...

(...)

Link to comment
Share on other sites

baharın son demlerinde,

kış poyrazının kucağında uğurlandı hazan

ağlamaklı gözleriyle…

ölü yaprakları da süpürüldü ardından

ölü doğan güz çiçekleri…

bir bir gömüldüler tozlu günlere…

veda bile edemeden kalanlarına…

‘’soğuk bir adam,

dikilmiş sokak başına…

buzdan elbisesini giymiş

soğuk savaşlar vermekte

hayatla…

köhne bir evin gölgesinde

küfrediyor adam,

bütün AŞKLARINA…

………….

hüznün gergefinde bir kadın,

ığıl ığıl maziye sokuluyor

gözlerindeki çiğlikle…

ümidini döşediği sırça evine

her gece kar yağıyor

her gece…

bir adam;

ürperiyor ay’ın pembeliğinden…

mavi bulutlar ardına gizleniyor…

dona kalan yalnızlığından

nikbin düşünceler sızıyor…

bir adam;

ay’ın pembeliğinden korkuyor

ürkekçe baktığı…

gece ıraklaştırıyor

sakin denizleri…

bir suçlu gibi yargılanıyor kadın…

dolunaya giydirdiği sıcak elbiseler,

soğuk kutuplara ******ürüyor…

gece hapishaneye bürünmüş

bir anda,

dolunay nankör şimdi

gardiyan kılığında…

ve adam;

soğuk kanlılığıyla

‘’bu da geçer…’’diyor…’’

....

fırtınayı seyretmekte

Meryem ana asması;

…sus pus…olmuş

mosmor ayakları…

su yosunları;

camdan kafese alınmış

nehir soğumuş çoktan…

çoktan göçmüş kuşlarım

bütün sıcak iklimlerimi yükleyip…

gözüm yaşlı

bana kalan kuru soğuk,

bana kalan tipi,

bana kalan kuruca bir ayrılık…

Link to comment
Share on other sites

Elinde yazmasıyla

pembe bir çocuk.

Dumanı kendisi gibi

yazgısı parçalı ve bölük.

Esmer edasıyla bekliyor.

Kazağından düşenleri,

topluyor yoldan

sağır, vebalsiz.

Bir adam ki kaygısız,

munzur ve karışık.

Bir adam ki zamansız

elleri kalansız ve sönük.

Mavi-yanında bekliyor,

gece ve gündüz.

Sözsüz yeşilin

kendir ipi bağın salkım saçak.

Duruyorum,

dinleniyorum.

Zeytin yağı sözlerinden

ve şimdisiz karanfilinle pembesiz...

Çıkmazına kenetlendim

örülemiyor bu ayrılık.

Yorgun akşam ve sabah

vuruyor camlara tek tek sızım yalnızlık.

MAVİ-YANIM

KURULU/ zaman çarkım ve canım.

Mavi-yanım

ESİR/ zamanlara bu cansızlık ve acım.

Mavi-yanım

ZAMANLARA/ derin adımsızlık ve adım.

Mavi-yanım

MAVİ ADIM/ pembe gerisi ve mavi önü saydıklarım...

Düşmek engebesiz

düşmek fiilsiz

ve sessiz.

Düşmek kalkmak için

ve ayaklanmak için

en güzel bahanedir şüphesiz...

zamanla sınırlanmamalı hiç bir sözüm...

m.e.a

Link to comment
Share on other sites

eye_01.jpg

bucağımda soldurdum

yalnızlığımı

bir bayram arefesinde

sessizim şimdi...

ben sustukça

fırtına kopuyor

avluda...

toz kokulu evimdeyim şimdi...

ilk göz ağrım,

duvarları çöküyor

ker***** evimin...

an be an ufalanıyor

yüreğim...

toz kokulu evimdeyim

tozlu bayramlığımla...

bekliyorum şimdi

zemheriye dönmesin

içimdeki hazan,

karlı güne dönmeden yetiş...

toprak döşeğime

damla düşmeden

çamur olmadan yetiş...

gözlerim ilkel,

gözlerim sıradanlaştı

aynı yola bakmaktan,

başı döndü ayrılığın

zilzurna sarhoş olmaktan...

gözyaşımın rengine

karışan hasret,

uçuklatmış dudaklarımı,

parmaklarımı ısırıyor

yumrukluyorum dizimi...

başımın ağrısı azmış

deliriyorum şimdi...

vuslatın son perdesi de kapandı...

dışarıda kızıl kıyamet,

bamtelim kopmuş

şimdi ayrılık zamanı...

şimdi yolculuk zamanı...

''kapımın önünden hazan geçmekte

ayrılık rüzgarı,

efil efil esmekte

bir asma yaprağı yere düşmekte

ağladım sarı geceleri...''

03:13 30,10,06

Link to comment
Share on other sites

kassandra.jpg

yıldırım düşer

çorak avuçlarına

kapanmaz parmakların

sevdiğinin üstüne…

korunmasız,

çırılçıplak avucunda

donarak solar

kristaldir saçları ve

gözleri dipdiri kara…

yağmur yağar

daha da çok yağar,

dizinden yukarısı

ağır gelir artık,

su üstünde çözülünce

saçları,

karadır ve ayrıdır senden…

sel olur taşar,

sel olur taşar,

topraktır aç suya

her zaman açtır toprak,

düşer damlalar bir bir önce

sonra birleşerek daha da…

çeker suyu

içer suyu

ister suyu…

sevdiğin yalnız

ve güçsüz

ve mahkum

aç toprağa…

düşer su

yaprak düşer

tutamazsın gayrı,

ayrı düşer

senden,

avucundan ayrı…

sonra beklerken,

yok oluşu;

aniden yürüyen bir adam olur

kadına doğru…

(…)

07.01.07

Link to comment
Share on other sites

kuşlar taşınır köyünden,

hiç tanımadığım köylere…

daha önce uğramadığın ve hiç

tanışmadığın kuşlar vardır…

fesleğen serpili yollara

sıcak yürür,

dudaklar hem buz kesilir

hem endişeli,

yutkunursun…

adam bakar

yürürken anlatmaya başlar rüzgar

içindekileri,

başını eğersin öne

duymamak için

ve görmek için

kapatırsın kulağını…

kuşlar uzaklaşmıştır köyünden,

adam yaklaşmıştır iyice

ve bir an;

yıldırım düşer

çorak topraklara

arada kalır

adamın ve kadının

düşünceler…

toprak,damla,sıcak;

tarumar şimdi…

sonra yığılırken

bedeni adamın

toprağa,

kadın uyanır

ve yürümeye başlar

adama doğru…

united21oy.png

Link to comment
Share on other sites

Dudaklarımız komşu oldu.

Bithap,perişan halimiz.

Boğazın ipinde kalmış

daha olmamış düşlerimiz...

Şu yoksul ikindi

ne de güzel ferli cemali.

Ya mintansız elleri gecenin.

Nasılda geldi semaya, serdi minderini.

Ayağımız cibinlik bedenimize

ateşimiz yüzgecimiz mavi denize.

Şu martı açsada kanadını konsa balıksız

ve aç duran kirli midelerimize.

Gözlerimiz kızıl ve grip

yağlı ve kaygan nalça sesi.

Bulutlar toplandı bu kez, garip.

Her musluktan aslında yağmur atıyor gibi.

Köşede sıkıştı dimdik ve kinci.

Söyledim kadehime bu ikinci.

Dizildi ipime yaşlı, yalnız inci.

Kime versem aynı seni hatırlatıyor...

m.e.a

Link to comment
Share on other sites

kirli geceler;kirli evin çatısı

duvarlarında hayali çizili,yalnızlığın

ışık vuruyor

ay vuruyor dışardan,

dışa vuruyor hüznüm

yüzüm siliniyor bedenimden

sayfasından elime bıraktığın defterin,

masa üstünde bomboş ellerim

kadehim boş

sarhoş kadın içimden çıkan

oturan karşıma

sandalyeyi çeken kendine doğru,

ben buradayım ayık dilim dudağım

içimdeki kadın sarhoş…

gözlerine bakıyorum;

kırpmadan ağlıyor

sen üzülme diyorum

duymuyor…

evin dört tarafında toprak saksı,

çiçek ektim

büyüsün,

o sevdiğin reyhan koksun diye

sinsin diye saçlarıma…

yüzüm silindikçe;

benden ayrılan sarhoş kadın

uzaklaşıyor,

kalkıyor masamdan

ve itiyor sandalyeyi,

kırıyor bardağı parçalarını

batırıyor içime;

yalvarıyorum gitme diye

duymuyor…

mutluluk yokmuş asıl,

hüzünmüş her aldığım nefes

ve verdiğimiz mutluluk...

sana dokunursam

bölüşürsem ekmeği,

koşabilirsem bir yarım eksik yine de

ve paylaşırsam

yağmuru seninle,

ıslanarak

en gerçek haliyle

işte o zaman

gülebilirmişim…

işte o zaman hüzün

solukladığımdan öte,

savurduğum yaprak,

derdiyle didinen

düştüğü yerde…

işte kadın;

uzaklaştın madem

iyileştir yaprağı

üfür nefesinden ama içkili değil,

yanağına koy

başınla omzunun arasına

iyileştir onu,

ben

senden daha ölüyüm

diri ama ölü

canlı ama cansız görünen

ben

senden daha günahkar

bilen ama bilmedim diyen

gören ama görmedim diyen

duyan ama duymadım

diyen

ben…

saatin çalacağını biliyorum birazdan

gökte dolunay ikiye bölünmüş olacak

ipince duman yapacak bunu,

belki de işleyecek suçu…

gözlerin o karanlığın içindeki

yıldızı bulduğunda;

kırpmadan bakabiliyorsan hala,

yaşlı gözlerine

sual soracak…

‘’iyileşti mi?’’

işte kadın;

bu kirli gecede

bu karanlık düşümden

sen uyandır beni,

ses ver

dirilt,dirileyim yeniden…

21:15

09.01.07

Please register to see this content.

Link to comment
Share on other sites

çakmayaydım kibriti

yanmayacaktı cigaram…

dumanı çıkmayaydı;

ne anlamı vardı çektiğimin…

birazı dağılacaktı elbet,

birazı iki büklüm…

öyle ya rüzgar

efil efil,

birden tükeniverecekti cigaram,

kalan bana kalacaktı

yine içimde ince bir ölüm…

cekirge_cekirge_damlalar.jpg

Link to comment
Share on other sites

bak yine akşam oldu

karardı deniz

karardı mavi…

alıp başımı gidesim geliyor

bu şehirden

ve

çıkıp gidesim geliyor

bedenimden…

ne zaman uykuya yatsam

kabusa uyanıyorum

sarhoş yatsam

sarhoş uyanıyorum sabaha,

geceye karanlık ******ürüp,

karanlıkta ellerini buluyorum…

korunmasızım bu şehirde,

yok

bedenimde cesur yanım ,

belki başka diyarda parçası

ruhumun;

her şeyi tam mı sanki

cesur yanımı arıyorum işte…

sana yazıyorum her şeyi

sen varsın

ama yoksun

ben sana yazıyorum

arıyorum bulutlara yakın yerde bazen,

bazen eteğinde bir dağın

bazen damlanın izinde

bazen ‘’bazen’’ de arıyorum

kaybolmayı seviyorsun galiba

seni buğusunda arıyorum camın…

neyse,

yine akşam oldu

karardı deniz

karardı mavi

ve

karardı gözlerim…

avuç avuç taşıdığım karanlığı geceden

isteyemiyorum çocukluk yapıp,

alıp başımı gidesim geliyor bu

şehirden

ve

çıkıp gidesim geliyor

bedenimden…

ne zaman uykuya yatsam

geceye uyanıyorum

tam da

tutacakken ellerini

uyanıyorum sabaha…

her gün,

geçen gecelerden bir yaprak düşüyor

avucuma

bir kavanoz dolusu sarı yaprak birikti

bir kavanoz dolusu hışkırık

ve hayalini tamamlıyor

karanlık…

önce ellerini

sonra gözlerini belki de…

bak yine akşam oldu

geceye beş var

sana beş…

saçlarım karardı

gözlerim ve deniz…

salıncağı sallıyor rüzgar

yine boşken…

yine yan yana

yine uzak

neden?

alıp başımı gidesim geliyor bu

şehirden,

sana doğru…

diğer taşlarını bulmaya

hayatımın,

tek tek birikirken yapraklar

ağırlığınca göz yaşı tükenirken belki de,

alıp başımı gidesim geliyor bu

şehirden

ve

çıkıp gidesim geliyor

bedenimden…

17.01.07

17:51

2700-5.jpg

Link to comment
Share on other sites

Uzundu saçlarım

saçlarım uzun.

Parmaklarıma dolanan

ciltler dolusu evlatlarım...

Şimdi tabutumu kucaklamakta elleriniz.

Yaşarken unutulanlardan olduk biz

yaşamayı ölmeden

ölümden destur almayı vermeden siz.

Bana anlattığın bir yer gibi,

söylemek istediğim o yer.

Hani içinde hiç bir şey olmayan

hani kolayca dolmayan.

Susuyorum,

kaydırıyorum saçlarından kendimi.

Susuyorum,

kimse konuşmuyor bilemiyorsun.

Susuyorum,

konuş diyorsun neredeyse ağlamaklı.

Gül ve pençeden erimiş tırnakların

sızıntılı anın kereminden koşturuyor ayaksızlığımı.

Ve nefes alıyorsun durmadan yaşamak için,

aslında sende biliyorsun ölebilmek için.

Ben susmasam kimse konuşamaz desem sana

ben susmasam dili tutulur dünyanın desem.

İnanmayınca söylesemde doğru olmuyor,

hani kibrit yanıyor dersin.

Ama yanmayınca yanmış olmaz sürtündüğü sırtımdan.

Almasa dilini kemiğini ayrı ayrı

konuşamazsa, yazmassa.

Durdur dünyayı dersin o vakit.

Elde değil hiç bir eylem

sustuklarım nerden gelir sormadın ki.

Niye dilimi bükemem olur olmaz.

Ya gel bana

sana açılıvereyim.

Taze yağmış topraktan fışkırır gibi.

Ya gel bana

sana gücümün derdini döküvereyim

elekten boşalan buğdaylar gibi.

Ya gel bana

sana sunayım bakır tepsilerde

kat kat açılan hamurdan ellerimi.

Ya gel bana

sana derivereyim sumrulu

ve kırmızı diyarımın güllerini.

İşte bundan derim

işte bundan dersin bilirim.

Sırlarıdır insanı güçlü kılan

sırları açıksa gücüde olmamıştır hiç bir zaman.

...

Link to comment
Share on other sites

sesimin gittiğini biliyorum

bırakıp beni…

ulaşamayacağını,

sana topladığım

kelimelerin…

ayrıyken hesaplarıma ters düştü

her şey

ne çuvala sığdırabildim yıldızlarımı

ne atabildim bize inat günleri

yakamdan…

gölgemi izlediğini gölgenin,

biliyorum

ve neden hala saçlarım uzun

onu düşünüyorum

istediğin gibiyim hala

hala siyah ve yalnız…

tutabilir misin uçlarından arkamdayken

yoksa kayıp gittim mi çoktan…

boynu eğilen kardelen vardı ya

tutabilir misin onu

incitmeden daha da

daha da eğmeden boynunu…

düşün ki ben kardelenim

ve göz yaşlarımla eritiyorum

kar tanelerini çeperimden…

avucunun sıcaklığını yaslayıp

dimdik tutabilir misin

omzumu

sesimin gittiğini biliyorum

bırakıp beni…

ulaşamayacağını,

sana topladığım

kelimelerin…

bir defaya mahsus yaktım mumları

odamdan dışarı

pencere kenarına koydum

mor mavi yeşil yine…

tüten,ayrılıklarımız olsaydı

keşke

şu,birleşip bir türlü tutmayan yanlarımız

birbirine…

tüten,sabah yelinin beline dolansaydı

keşke

hiç durmaksızın uzaklaşsaydı

her şey

sadece eriyen yanlarımız kalsaydı

bulsaydı birbirini

bulaşsaydık fanusa

ya da dağılsaydık

besbelli…

23:53

18 Ocak 07

Please register to see this content.

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...