Jump to content

kadife karanfilim kırmızı...(mavii'den)


mavii

Recommended Posts

gidiyoruz...

yüzümüze vuran dalgaların,

çağıltısından uzaklara...

ılgıt ılgıt kirpiklerimi

kucaklayan;

rüzgarımsız,

yağmurumsuz

saçlarımı gelişigüzel tarayan...

gidiyoruz öyle mi?

gecemi ağlatarak daha da,

şavkından uzaklara

dolunayımın...

penceremsiz gözlerimden

süzülerek iz bırakan

kıpkırmızı

yaş

ve

isyanla...

gidiyoruz öyle mi?

gidelim...

ama sarhoş narasıyla

irkilmeyim gecemin,

saçları aklanmasın

daha da...

şakakları üşümesin

ağlamasın artık...

gidelim...

meyhane resmiyle karşı karşıya,

dolunayın camına vurduğu...

viranelerin ortasında

dilinde ''maviyanım''

dilinde ''karayanım''

diye inleyen

gecemsiz...

ve sabahsız

devam eden,

hep karanlık

hep karanlık

göğüyle...

ve sallayarak

düğün arefesi

kınalı ellerimi

en uzak görünen

dağların

ıssız yamaçlarına...

mezar taşına bıraktığım çiçeğim;

kadife karanfilim kırmızı

hüzün kokan karanfilimsiz...

kırmızı...

sen,

sürmeli ellerinle tut

güvercin kanadından

getir öpeyim,

izi kalsın dudaklarımın...

ve bırak gitsin

biz de gidelim

artık..

Link to comment
Share on other sites

Hoş geldiniz şiir perisi...

Birçok şiir vardır,ama bir kısmı ancak böylesi içli yazılabilir...Şiir tadı diye bir tabir vardır,okunma sıklığında gelişigüzel kelimelerin satırlaşması ya da sözde şiirsellik olsun diye yazılanların haricinde her kelime satırların anlamsallığıyla öylesine ilintili ki...Gerçek şiirsellik de bu olsa gerek...

Emeğinize ve yüreğinize sağlık...Şiir dostlarını yalnız bırakmayın...Yenilerini de bekleriz...

Esen kalın efendim...

Saygılarımla...

Link to comment
Share on other sites

demek bu mavilerde var bir şey :rolleyes: ben başlattım artık Allah sonumuzu hayır getirsin :) Eline sağlık güzel kardeşim. Devamını bekliyoruz.

Link to comment
Share on other sites

meramın çamlarına takılıydı güneş...

bu sabahın sayfalarında,

serap çiziliydi sana dair…

kozalaklar devirdikleri yükün altında ezilmiş,

ve rüzgar topluyordu dağılan kederlerini…

güneş;yüzüme vuruyordu yıldızlarını,

suya dökülüyordu kirpiklerim yeşil yeşil…

kaşlarım ince ve uzundu,

saçlarım nemli,

bir de gümüştü burnumdaki hızma…

karşımdaki tepede saçların vardı,

güneş damlıyordu uçlarına…

akıp;sızıntısı ayaklarıma değdi,

dökülen altın rengi güneş,

bulaştı topuklarıma…

sabahın hiç tükenmeyen sayfalarında,

batmayan gemiler vardı…

bu engin meram çayında,

dip dibe bağlanırdı sallar…

ve bu batmayan sayfalarda;

senin yokluğun doğardı hep,

serap olurdu aklımdaki insan…

saçlarından düşerdi kucağıma yaldız;

elimdeki kırık menekşenin yüreğinden kan damlardı…

saçlarından düşerdi avcuma yaldız,

gümüş hızmamdan güneş doğardı…

Link to comment
Share on other sites

parmaklarım yürüdü önce,

sonra saçlarıma yağdı yağmur,

bir yandan ıslanıyordum

ve bir yandan ıslanıyordu

yeşil göl…

taş ağırlığınca batıyordu,

ben yosunlanıyordum…

ben batıyordum,

taş yosunlanıyordu…

sana ağlayan göl,

sana ağlayan yağmur,

sana akan yaşlarımla birleşiyordu…

sonra saçlarım yosunlanıyordu,

en dibe batıp,

siyahtan yeşile…

derin çatlaklar vardı çölde,

yakıyordu sızan tuzlu su gözlerimden...

göle dökülüyordum kum gibi…

ve bir kuytu bulup birikiyordum,

biriktikçe ben;

boğuluyordum yeniden…

yok oluyordum bir anlamda;

ama ‘’yok oluşum sana varışımdı…’’

parmaklarım göl canlısı gibi beyaz,

saçlarım karanlık gecesiz,simsiyah

ve simsiyahtan yeşile…

dibine vuruyordum sarhoşluğun,

ayyuka çıktıkça nefessiz halkalarım…

ama ‘’yok oluşum sana varışımdı…’’

satır arasına saklıydın;

en son üç gün önce…

şimdi su üstünde dolanıyordu güneş

ve billur sayfalar gibi dağılmıştı

saçların…

ucu kırık bir kalemin,

eksik bıraktığı şiir ve şarkı

sözleriydin…

en son üç gün önce…

şimdi bu soğuk karanlığın,yeşil sularında

yosunlu saçlarım,kirpiklerim ve ayaklarım…

senin sesini duyabilme umuduyla,yok oluyorum…

karanlığına ya da karanlık yanına doğru güneşin…

sana belki söyleyemediklerimi de söyleyebilirim,

seni yeniden,daha konuşan yanımla duyabilirim

umuduyla yok oluyorum…

bu yeşil suların suskunluğundasın sandım,

hızla atlayıp karışınca içine bir balık,

ellerinden tutup çıkarıverecek sandım…

‘’oysa yok oluşum sana varışımdı…’’

Link to comment
Share on other sites

Böylesi anlamlı şiiri bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim...İyi ki varsınız...

arkadaşım çok iyisin,hiç eksik olma emi... :rolleyes:

siz olduktan sonra hiç susmaz bu yürek...

saygılarımı sunuyorum

sağ olun

Link to comment
Share on other sites

arkadaşım çok iyisin,hiç eksik olma emi... :rolleyes:

siz olduktan sonra hiç susmaz bu yürek...

saygılarımı sunuyorum

sağ olun

Ne güzel bir şiir daha,sonra bir şiir daha...ve gelecekleri düşünüyorum...sanki bir rüya ya...yüreğiniz hiç susmasın emi güzel yürekli arkadaşım...

Saygılarımla...

Siz de sağ olun...

Link to comment
Share on other sites

İçimin göz yaşından bir hasır örülüyor

ucu mazeretsiz sana büzülüyor...

Mavi bir bavul içinde sana ördüğüm adın

üstünde gezinsin hatta çıplansın ayakların.

Ben tambur sesi ve çaybardağında rakım

sen "böylemi esecekti son günümde bu rüzgar"ı mırıldan ben anlarım.

Yanımdayken gel diyeyim sana

söylesin konuşmasın, susmak bir yana...

Bir yudumda rakım, bir yudum da sen

işte sedirim, kilimin üstünde sessiz gecem...

Bana söyle kuşlar vefasız

ama sen olmasan olmazdı bu can sancısız.

Büzülsün uçları olmayan yalnız benin

sen varsın ya yeter, olmasın sonbahar benim...

Ben sana mevsimleri getireyim tabaktan

sen bana kes bıçağınla al yanaktan, mavi dudaktan...

Sedirim sen ol ve ince hasırım

bitsin rakım... Yanan ocaktan düşsün kumlu yanlarım...

(bana senden başka olmasın artık)

Link to comment
Share on other sites

Ne güzel bir bir canlar bir çatı altına yeniden toplanıyoruz...Öylesine mutluyum ki sizlerle farklı bir noktada bir arada olmaktan...

Şiiriniz için ne diyeceğimi bilemiyorum,yine yürek rüzgarları güzelim güzelim duyguları estiriyor yüreklere...İyi ki varsınız...

Hoş geldin şiir dostu hoş geldin...

Saygılarımla...

Link to comment
Share on other sites

kuşlar konar parmaklıklarına penceremin,

aralı durur balkon kapısı…

ağır beton yükü;fesleğenin omzunda,

ayrı ayrı düşen yanlarını;

birleştirecek rüzgar birazdan…

birazdan sen geleceksin….

vazoda ayrılık düğüm düğüm,

renkleri ayrı çiçeklerin…

billurumsu ellerin,

birleştirecek birazdan…

rayı kopmuş vagon; ve bomboş ve

yalnız,

tutanak tutacak güneş gözlerime,

sen söndüreceksin mor mumu birazdan…

birazdan sen geleceksin…

peyke üstünde geziniyorken rüzgar,

yanık fesleğen kokuları almış

başını gidiyorken…

mum halen morken

ve yanıyorken…

üstünü açacaksın yağmurun birazdan,

birazdan damla çoğalacak yanaklarımda…

kalem yazmayacak ıslak ucuyla,sen;

avucunda ısıtacaksın üşüyen ellerimi…

çözeceksin tek tek saçlarımı,

rüzgara vereceksin birazdan…

birazdan sen geleceksin…

Link to comment
Share on other sites

"...vazoda ayrılık düğüm düğüm,

renkleri ayrı çiçeklerin…

billurumsu ellerin,

birleştirecek birazdan…

rayı kopmuş vagon; ve bomboş ve

yalnız,

tutanak tutacak güneş gözlerime,

sen söndüreceksin mor mumu birazdan…"(Her dize birbirinden güzel,ama nedense bu dizedeki akışkanlık hem kelimeler arası hem de imge noktasında gayet ustaca verilmiş.Son iki satıra imrenmedim desem yalan olur,böyle iki satır yazmayı isterdim.Hayatımız vazodaki gibi bazen daracık,bazen de geniş bozkırlarda darmadağınık...Geçici de olsa bahar güzellikleri yaşanagelir,ama hep kısadır güneşin gözleri...Gözlerin suskunluğu başlar,mavinin anlamına ve geleceğine hasret...Umut kapıları ardına kadar açıktır...Nedense anlıklar yürüyüşler de mum ışığı gibi ansızın sönüverir...)

Dopdolu şiiriniz için teşekkür eder paylaşımınızın devamı dilekleriyle...

Saygılarımla...

Link to comment
Share on other sites

Birazdan ben geleceğim

rüzgara çarkımı emanet edip...

Ben geleceğim,

hiç bir yerden selametle...

Sonbahar gidecek...

Sonbahar gidiyordu kuru ayaza.

Sen gidiyordun.

Bir derdim sendin

hiç bir dermana değişmezdim

olmuş olsaydın.

Hiç biriyle inatlaşmazdım

boş sokakların

kollarım tellerine takılmaz,

yırtılmazdı...

Ben severdim sadece

sade-ce değil

Seni kendimden fazla...

Dünyadan daha zor bir kainat olsan

ben yine insan olurdum

diğer hayatımda.

Seni görebilecek olsam sade-ce

insan olsam...

Hayalim,

olmayan uçurtmamın mavi renginde takılı.

Bisikletim

askılı pantolonum

ve mahallenin en yaşlı adamı olsamda

yine de seni görmek için gelirdim...

Olurdum o zaman

o zaman olmuş olurdum...

Durup düşünürdüm hiç olmazsa

ve yankımı seslerimi alıp uzağa

bağırırdım senden uzakta...

Mor mumuna gelirdim ansızın,

ateşini avucuma alır külümü

kucağına bırakırdım...

Yanmak içten bile olmazdı.

Dışından yananın içine gerek kalmazdı...

Sen olmasaydın,

olmayacak olsaydın,

ben sende var olmaya gelirdim.

Geceyi anlatırdım sana maviyi

yumuk gözlerini denizin

ve yeşil ellerini...

Kumunu, göğünü, acısını içinin...

Sigaramı anlatırdım tüterken

sana sevmeyi anlatırdım

gemilerden geçerken...

Yüreğimi avucuna verir

susardım sonra...

Bir yere giderdim ki

yaşayanların bile bilmediği

oradan oraya değil...

Tarlaların teslim alışını toprağı

içinden hışırtısıyla geçerken

mor mumun, beyaz eteğinle...

Toprağa çıplak ayağınla bastırırdım...

Ayaklarının üzerinde olman için her zaman

tutunmanı bekleyeceğim bir dal olurdum...

Olmasaydın,

olmuş olmasaydın...

Hayali bile ebedi kalır bazen gerçeklerin,

bedenime ne dar ne geniş bu beyin...

Gördüklerimi ve ruhumu sana...

Bunların hepsini sana veriyorum.

Sana geliyorum.

Mor mumu yak üşüyorum...

26.12.06

Link to comment
Share on other sites

esmer bulutlardı,giydiğin üstüne,

bir gece;çulpandı vuran dudağına…

sana kısılmıştı gözlerim;

sığdırmaya çalışıyordum,

bütün sevdamı içine…

esmer bulutlardı,elbiseme vuran,

bir gece;simsiyah akıyordu nehir

saçlarıma doğru…

bana değiyordu fluryalara benzer

gözlerin,

yakamoza çırpıyordun ellerini,

sevdamız dökülüyordu zifir zifir…

esmer bulutlardı,dağların başında tüten,

bir gece;sessizce yanaşan beyaz gemiydi,

limana…

sana yazıyordum,tüketemediğim gözlerini,

sığdırmaya çalışıyordum belki;

üç beş günlük ömrümü

gözlerine…

esmer bulutlardı,kandıramadığın çocuk,

bir gece;kaybolan sesinde;

çığlık atıyordum…

yağmurlu gözlerime dolanıyordu mevsim

ve

hiç susmayan çerçevesiyle kalbimin,

yaprak döküyorduk...

(...)

Link to comment
Share on other sites

Buluttu yüzüm,

ağına doladığın denizin vurgunu.

Esmer,

sakalım olsa gerek!

Yüzüm ağlarken saklarım ardına,

yüzüm gözyaşı olur,

sakalım hıçkırık...

Karşımda duran duvar sen misin?

Bu soğuk

ve tuğlalarla örülmüş olan...

Bir gemimisin

sırtına yüklenmiş saçakları,

bir mendil misin yüzüme değmeye

çekinen...

Ama benim yüzüm sonsuz,

mavi elbiseni kıskanırcasına mavi

ve beyaz ellerine hükmedercesine beyazım.

Sürmeli,

göz yaşı olmayan bir

bulut olmak.

Sana mavi bir palto diktim

elimin ayasından biçtim yıldızları

onları üzerine serptim.

Başıma cüretsiz acılar yilikti...

Süzdüm ve çıkardım kendimi

çıkardım içinden sen ve beni...

Mavi paltonla gel

ve ışığın dudağının kenarında,

el ele tutuşup istanbul a

en yabancı yanıyla bir sandalda olacağız...

Sürükleniyorum...

Bana uzaktan yakın ol

ve yakından uzak.

Ben ağlayamıyorum...

Ağlayamıyorum...

Gözlerimi alıp gittiğin günden beri,

dökecek göz yaşım kalmadı benim...

27.12.06

Link to comment
Share on other sites

akrebin gözleri üşüyordu,

kar tutuyordu kirpiklerini…

bir gergefti perde;şehri taşıyan…

binalara fırça damlıyordu:

sarı,yeşil,mavi…

akrebin gözleri üşüyordu,

yüzüme vuruyordu ayazın bıçak yanı…

dudağıma erimiş kar damlıyordu,

kanla karışık…

ve titriyordu kavak yaprakları,

titriyordum sımsıcak hayallerim olsa da…

şehir;rüzgarın kanadı altında akıyordu,

sokakta yalnızlığın uğultusu,

aç gezinen kediler

hem de üryan bedenleriyle…

parmağıma bulaşan isi pencerenin,

beyaz tavşanları kirletiyordu,

mağrur bakışları altında;

eziliyordum...

akrebin gözleri üşüyordu;

bir görümlük güneş istiyordu

belki sürmesiz gözlerine...

bıçak çeken ayaza

hesap soruyordu…

Link to comment
Share on other sites

Hep yarımdım, hep yarım.

Yarımdı diğer yanım.

Diğer yanım ayak üstü.

Ben yarım; yarım ayaklarım uçurumda.

Uçurumda tükürdüğüm kalp atışlarım.

Tez üfürün beni

çelikten dövülmüş bir kılıcın ince ucundan.

Sönmüş bir volkandan koparın.

Ben yarımdım, hep yarım.

Yarımdı sağ kalışlarım:

yaralarım, kıvranışımın simgeleri.

İzleri acılarım.

Ben yarım, yarım diğer yanım.

Sahipsiz bir mektup gibi kapı eşiğinde

ve bir serserinin bıçağıyım kınlı belinde.

Kirazım kırmızı, denizim mavi ve sarı saçlı kızım...

Denizde yıldız gördüm o da yarım kaldı.

Daha bir çok şeyi yarıda kalmış geçmişe bıraktım.

Bir acayip artık soluk alışım,

bu his gibi görünen yüzsüz kıvranışım...

Ben yarımdım, şimdiden sonra da yarım

mıntıka saatlerini yarıya böldüm,

yarım kalmışlarıda toplayıp bir sandığa

oradanda kapımın eşiğine bıraktım.

Bir yoksul şarkıcı

bir ürkek şair alır ümidiyle...

Ümitleri bedenime

bedenimi sensizlik dediğim benliğime

ve benliğimi kırpışan yarınlara.

Gelmeyecek olan adı belirsiz

adımlara bıraktım...

Sakın çiğneyip geçme...

(...)

Link to comment
Share on other sites

kaldırım taşına mıhlı suskun yüzüm,

duvar dibine biriken yağmur suyu gözlerim,

ala şehrin,mavi-yanına iliştiğimde,

dönemeçteki yıkılmışlığım,uçuruma savrulur…

gerçeğe döner geceden kalma rüya,

balkon demirlerinden düşerim,eriyip…

dizim kanar,kana boyanır tırnaklarım,

kan akar,göğe çalarım rengini…

kara saçlarına dolanır ayaklarım,

kelepçe vurulur asfalt yola,

tam tutacakken ellerini,

şu göğsümdeki yıldız kaymasa…

serpilmese pencere diplerine ayazın,

üşümese artık hercai menekşe

bir de

şu

gidişlerin olmasa…

zemheriyi kucaklayan rüzgara,

ateş yakarım,kızıl göğü…

kibritlesem,

sönüyor saksıdaki sevda,

ayazın üfürüyor üstümüze

üstümüze…

sarılmaların,okşamaların değil de,

şu gidişlerin olmasa…

Link to comment
Share on other sites

Tellerinden tutan rüzgardan

ayıklarım seni.

Duvağın rüzgar olsun

ver belini in atından...

Duvaksız rüzgar gerdan büküp

ağaca ve suya.

Ardımızdan acı acı bakıyor

bir Ana gibi.

Duvak yok teli rüzgarda,

seni ayıklıyorum

belin ellerimde,

iniyorsun atından...

Bir de diyorum duvağın olsam...

Öpsem başından

alnından kayan ayrılık gibi.

Ayaklarından tutsam...

Bir de sen olsam diyorum,

ker***** evlerin damından aksam.

Yahut bir baykuş gibi tünesem

uğuruna değsem gözlerimle

duraklarım telin olsa...

Yürü gidelim diyorsan,

göreceksin o vakit...

Bir tutam değil avuç avuç

akacağım her noktaya.

Bir nehir olsam da sen:

benim denizim olacak, çalkalanacaksın!

Ben bir bağlama olsam

çalsam dişlerimin arasından.

Karşımda duran sen ker***** duvar,

sana söylesem telin marifetini.

Gece olsa ve içinden geçse yıldız trenleri.

Suskunluğumu başıma vursan

acıtsan konuştuğum kelimeleri...

Hani ben olsam,

geldiğinden bir haber olsam.

kara gözlerine dalıp dalıp

çıkarsam içinden

benden kalanları...

Tünelden kara gözlerin

ve sende ebedi kalsam...

Gel git lerde kalmasam

ve dudaklarımı mühürlemesem

tünelden kara gözlerine...

Mühürüm sen olsan ve sen açsan yalnızca

benim açamadığım geceleri.

Sığmasam ve taşsam,

depremine haps olmuş derin çukurlar gibi...

Çamur olsam

saçlarına dolasam kirimi,

seni içime dolasam...

Kırılgan ve diri

adımlar atsan.

Daha atılmamış adımlarım olsan...

Hani sen olsam diyorum ya

Sen...

Yüzümü sana vursam

ve yine yüzümü

avuçlasam ellerinle...

Kelimeler kendi dilinden

konuşacak olsa...

Sana çevirsem dillerini...

Su katılmamış ve aylak

boş ve hünersiz olsam...

Yinede sensiz kalmasam...

Diyorum ve

demeye devam...

Aşktan yapılı küpeler

taksam mavi kulağına..

Ben den olsa bu sefer

bu sefer senden kalmasa diyorum...

Hani ben olsam yine durup

yine durmasam durak niyetine sende...

Durmasam,

geçsem senden.

Ve sen benim kolum olsan sancısan.

Gece nin karasından,

akıtsan içime dert dediğin meymenetsiz adamı...

Kar olsanda sana yağsam

eriyene kadar dursan baş ucumda...

Bir niyet mektubu olsam,

bir dilek ağacı.

Dallarıma bağlasan

bağlasam ufka kadar her bir elini...

Susmayıp

durdursam...

Koşup kucaklasam diyorum...

Yerden kükreyip sana

dursam..

Ve en ince sesimle

anlatsam bütün bunları...

Anlatsam diyorum...

28.12.06

Murat Apaydın.

Link to comment
Share on other sites

sürahiyi devirdim,

bardak düştü elimden

gömleğime bulaştı ıslak…

önümde sarı sayfalar;

üstünde duman çizili,

mürekkep yayıldı

duman dağıldı bir anda…

kırışık yüzüm ve gömleğim

ve hayallerim yamalı…

yakama dökülür göz yaşlarım

sonra tutamam;

düşer,

düşer,

saplanır

cilasız tahtalarına odamın…

balkon ipi tenha,

ay kalabalık,

yıldızların kuyruğu yok,

hayallerim yamalı…

duman dağılır bir anda,

balkona koşar griler

tutup sererim ipe;

kaçamazlar bu kez…

masamdan aşağı iner,

artık özgür damlalar

hayalleri özgür,

sağlam ve yepyeni…

kol düğmelerim üşümekte,

ben iliklendikçe yamalarına

hayallerimin…

kırışık yüzüm ve gömleğim

ve hayallerim yamalı…

susuyorsun yine

kelebekler ölüyor,

konuşsan dökülüverecek kanatlarına

bengi suyu,

dokunsan kuyruksuz yıldıza

söndürsen sensiz yanan mumu

tek nefeste…

yazamıyorum,

dağıldıkça mürekkep,parmaklarıma

bulaştıkça…

sardıkça etrafımı

yaşlılık

yazamıyorum…

yeniden çiziyorum gri

dumanları,

üç beş ev ötemde yatıyor

baca,

yeniden çiziyorum dumanları

ıslak ve mavimsi,

kanat çırpıyor şiirim,

alkış tutuyor rüzgar,

tam tutacakken ellerini

yazamıyorum artık,

ne dumanı ne grisini

düştükçe kelebekler

ağına örümceklerin,

kaydıkça avucumdan akvaryum balığı,

rüzgar dokundukça saçlarıma,

affet

beni…

yazamıyorum

parmaklarıma bulaştıkça mürekkep,

dağıldıkça ay’ın kalabalığı,

sardıkça etrafımı yaşlılık

...

kırışık gömleğim

ve

yüzüm

ve

hayallerim

yamalı

şimdi…

Link to comment
Share on other sites

kanmadım yalancı

baharlara,

güneş batmıştı ya sen arkanı döndüğünde,

sırtında bir kalem bir şarap resmi vardı,

düşünmedim hiç kaleme şarap içirmeyi,

ya da şaraba yazmayı,

yazmayı o şiiri…

gecem fırıl fırıl dönerdi başımda,

yıldız bırakılmış elinden aşk tanrısının;

içine sığmak istiyoruz;

koşarak,düşerek,koşarak

belki de durarak…

hiçbir papatya senin gözyaşını istemezdi,

hiçbir martıya bulaşmamalıydı hüzün,

sen ağlarken bak işte yıldız yine kaydı,

değil mi kaydı gibi,

oysa biz düşmüştük içinden,

becerememiştik bir yarımı doldurmayı…

şimdi kızgınken tanrı,

yorgun ellerine bırakıverirse

nasıl tutacaksın,

ya incinirse…

ya titrerde ellerin,

tam sığdık derken

düşüverirsek yeniden…

olmuyor değil mi,

şaraba yazılmıyor

o şiir…

o akşam çay yarım kalmış,

bardak hala sıcak,

dedim sanki geliverecek birazdan

çayım soğumuş mu diyecek,

ben yenilersem

sımsıcak içecek…

yarım,

hala yarım,

ne soğuğa sıcak ekleyebilir bu parmaklar,

ne sıcağa soğuk…

yabancı duruyor mora yeşil sürünce,

karıştırınca rakıya suyu

birde ekleyince

yeni görünene eskiyi

olmuyor…

bahar gelir ya çiçekler açarken

merhaba sesleri;

geliniz geliniz,

hoş geliniz de,

nerden gelirsiniz;

sizin oralarda

yurt var mı,

eviniz odanız var mı,

nerde kalacak misafirliğe gelen,

çayım yarım kalırsa,

bırakır da gidersem dünyayı;

arkamdan ne söyleyeceksiniz,

yoksa diliniz yok mu sizin?

yapraklarınız:Kalem olsun,

renginiz belli,

yazın beni o zaman,

toprağıma yazın,

doğduğum doyamadığım

toprağıma yazın…

kanmadım yalancı baharlara ama

kandırdı güneş,

en sevdiğim hanımeli

bile el oldu sahi;

en sevdiğim gece;’’yalan’’ oldu

aşk tanrısının ağzından çıkan,

yıldız da şahitlik etti;

‘’istemediler aşklarını,boyun eğdiler kadere’’…

mavi çiçeğim vardı,

saçlarını tarardım uzaktan

yağmur döküldükçe saçlarına

mavi mavi kokardı,

işte bahar maviydi,

mavi çiçeğimdi

çiçeğim asıl yıldızıydı gecemin,

biz sığmıştık artık

bak gördün mü,

düşmüyorduk

bir yarım’ı doldurmuştuk artık…

şarap döküldü,kırmızı

kırmızı…

umudum ıslandı,

ayna tuttu sevdiklerim

her şeye!

dikenin rengi ısıtırken,

acısı üşüttü parmaklarımı…

şarap döküldü,

içimde kaldı sevdiğim adam;

kelimeler koptu birbirinden

güneş batmıştı ya sen arkanı döndüğünde,

sırtında bir kalem bir şarap resmi vardı,

düşünmedim hiç kaleme şarap içirmeyi,

ya da şaraba yazmayı,

yazmayı o şiiri...

Link to comment
Share on other sites

Oturan adam,

içinde yaşlı kulübesinin...

Sakalları gri

ve elinden tutamamış kaleminin.

Ama yazıyor sadece yazıyor besbelli.

Sen uykunda kovalıyorsun

bir gün çıkıp gelecek olan hayali.

Yaşlı adam yazıyor durmadan beyaz kağıda

siyah yanları.

Sen çıkıp geliyorsun,

cesaretin yok

ama korkmuyorsun da...

Yeşil ağaçların sardığı

eski kulübe.

O kulübe benim, yaşlı adam ben.

Elinde tuttuğu kalem

ve mavi su çarkının çıkardığı

sesten irkilen...

Yürüyorsun

yaklaşmışsın bir hayli.

Ürpermektesin çiğ yemiş

gül misali...

Ben o adamım

o yaşlı adam, yeşili benim

o kulübe ben...

İçeridesin

kaldırıyorsun başını siyah saçlarının arasından...

Adam seni bekliyormuş gibi sanki

kaldırıyor ellerini düşüyor yere kalemi...

Yeşil ağaçlar çırpınıyor.

Eşikten atılan adım dışarı

ve hüznün kovulduğu zaman...

Sağ yanında yaşlı adam

gri sakallı

ama mavi olsun istermiş.

Hani severmiş ya maviyi.

Gidiyoruz sağ yanında yaşlı adam

yürüdüğünüz yollar açılıyor

yol vermek için üst üste çıkıyor çiçekler.

Yamaçlar korkuyor bu sefer

bu sefer rüzgar irkiliyor.

Öyle bir an ki

dağlar ve renkleri karışıyor.

Adamın elinde kalemin bulaşığı

ses yok, sessizlikte.

Kuşların cıvıltısı

aynı duruyor bırakılan yerde...

Adımlanıyor

toprak adımlanıyor.

Adam güneşsiz

dünden bugüne hırpalanıyor...

Geliyorsunuz,

geliyorsunuz.

İşte bu dağ

işte bu tepe.

Yakut gibi yeşil

bir kuş gibi tüyleri.

Adımlanıyor tüyleri kuşun

bir gözünde tutuyor göz bebeğini.

Kocaman

ve göğe bakan mavi gözleri.

Adam soluk soluğa çıkıyor

buruşmuş elleri

ve kalın damarları ile

kaldırıyor yerinden.

Söküp atıyormuş gibi.

Mavi çiçeğin saçları

ve işte ayağında geri kalanı.

Yaşlı adam ayakta

sen çökmüşsün dizinin üstüne

şaşkın ama mutlu.

Ağlıyorsun içinden.

Bir an dalıyorsun

hüznüne bu anın

çiçeğin ve sen işte baş başa.

Yaşlı adam kurulmuş saat gibi

sen bakarken çiçeğe

gidiyor,

gelecek olan başka bir

rengin içine...

Sen tertemiz duruyorsun...

Yaşlı adam

kulübesinde...

04.01.2007

Link to comment
Share on other sites

Şiir üslubuna hayran kaldığım insan eline ve emeğine sağlık. Örgü ve dokunak, içten bir söyleyiş edası... Sanırım nazmı yazmasını bilenin elinden çıkan malzeme ancak bu kadar güzel olur.

kolay gelsin..

Link to comment
Share on other sites

ayrılacakmışız

hayat istiyormuş bunu,

bir bir sökecekmişiz örgümüzü,

ayıracakmışız

ipliğinden ruhumuzu…

soyunacakmışız aşkımızı denize

sahile vuracakmış kabuklarımız,

bir başkası toplayıp eline gittiğinde

kaybolacakmışız,

değince bir başkası,

dokununca tenine…

ayrılacakmışız

hayat istiyormuş bunu,

ıhlamur kokusu yayılırken ellere

hicranın isli havası sinecekmiş

omzumuza,

izleyecekmiş karıncalar,bu zararsız canlılar,

yok oluşumuzu…

ayrılacakmışız

hem de bölünerek,küçülerek

ufalanarak daha da,göğe doğru

ufuk çizgisinden bakıp son kez gözlerimiz;

yağmurun zerresine karışacakmışız

buhar olup tek nefeste,

yokluğa doğru…

(…)

Link to comment
Share on other sites

Ayna kırık,

tutamayışımı anlatıyor bana...

Sade sen

sadece ayna

ve yere düşen damla anlatıyor bizi..

Ardı yarım bu bütünün

yarımın saçları bağlı

sen düğümlüsün

göğüne...

Ben çözmeye gelirim koynumda ellerimle.

Sana ne desem

bilirim ağlarsın...

Şamdanlara söylesem, fısıldasam.

Dayanamaz ağlarsın.

Ben sende yaşamak için gelmişim,

hani buğulu bir ses olsam şiirine

eline bir avuç kına diye...

Ben sende var olmaya gelmişim.

Ver desen yarısını canının

kıyısına dayanır gençliğimin..

Sana kendi ölümümü veriririm.

Alma sakın

ben versemde alma

ben sende ölmeye değil.

Sende yaşamaya gelmişim...

Ayna kırık

yutulan cam parçaları,

içimde diz çökmekte...

İpler

acıtıyor.

Yankısı olmayan bir hırıltı

sessizliğim.

İçimden geçemeyen sana

ve gidenlere gitmekte

gelmeyecek olan tecellim.

Ben sende ses olmaya gelmişim.

Konuşmasakta

haykırmaya beyazın eteğinden.

Ayna kırık

bahtsız anlara..

Buruk değilim, yarım değil.

Üstüme sensizlik dikecek kadar

yalnızım.

Bir o kadar çıplak...

Kaçak yokuş, çakıllar yoldaşı...

Yarım değilim...

Sözlerim sensiz bitsede...

04.01.2007

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...