Jump to content

Arthur Rimbaud (1854 - 1891)


AegeaN BluE

Recommended Posts

Arthur Rimbaud (1854 - 1891)

2730.jpg

Tam adı Jean Nicholas Arthur Rimbuad olan şair, 20 Ekim 1854'te Fransa'nın Charleville kasabasında doğdu. Öğrenimini aynı şehirde yaptı. Babası Frederic Rimbaud, Lion garnizonunda yüzbaşı, annesi Vitalie Cuif de bir köylü ailesinin kızıydı. Babası 1860 yılında ailesini terketti ve Grennoble'daki garnizona katıldı. Babasının ailesini terk etmesi sonucu Rimbaud, annesi tarafından yetiştirilmek zorunda kaldı. Sinirli ve asi bir karaktere sahip olan Rimbaud, kısa bir süre sonra aile, ahlâk ve din kurallarına karşı çıkmaya başladı. 1870'te retorik hocası Georges Izambert, Rimbaud'nun edebiyat yeteneğini anlayıp, onu yazmaya teşvik etti.

1870-71 olayları onun çocukluk yıllarından beri içinde taşıdığı isyancılık ve macera arzusunu daha belirgin bir hale getirdi. Savaş başladıktan sonra çok genç yaşta yazdığı şiirler ile Paris'e kaçtı. Bunların arasına daha sonra ölçülü ve kafiyeli şiirler eklendi. Bunların arasında Le Bal des Pendus (Asılmışlar Balosu), Accroupissement (Çömelme), Les Assis (Oturmuşlar), Les Chercheuses de Poux (Bit Kıran Kadınlar)'ı sayabiliriz. Paris'e giderken bileti olmadan yolculuk yaptığı için tutuklandı. George Izembert tarafından kurtarılan Rimbaud, onunla Douai'de buluştu ve beraber Charleville'e döndüler. İmparatorluğun çöküşünü alkışlayan Rimbaud, Devrim Hükümetini mutlulukla karşıladı. Şiirlerinde sert bir dille III. Napoleon'a, burjuva sınıfına, ve katolik kilisesine saldırılarda bulunan Rimbaud, Les Effares (Şaşkınlar) de fakir çocuklara, Le Dormeur du Val (Vadide Uyuyan Adam) de ise savaşta ölenlere duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Bu süre boyunca tüm amacı Paris'e gidip oradaki sanat çevrelerinin içine girmek ve şiirlerini yayınlatmaktı.

Eylül 1871 yılında bu amacı gerçekleşti ve şiirlere hayran kalan Verlaine, Rimbaud'u Paris'e davet etti. Paris'e geldiği zaman yol boyunca yaşadığı macerayı sembolist bir şekilde anlatan Bateau İvre (Sarhoş Gemi) adında çok uzun bir şiir yazmaya başladı. Davranışlarının kabalığıyla herkesi hayrette bırakan Rimbaud'un Temmuz 1872'de Paris�i terk etme kararını Verlaine de onayladı ve beraber Belçika ve Almanya'da gezgin bir hayat yaşadılar. Bu süre boyunca da, daha sonra Tanrısal Esinler(Illumminations) kitabında yayınlanacak şiirlerini yazdı.

Rimbaud, Sembolistlerin oniki yıl sonra tekrar keşfedecekleri serbest şiiri (özgür koşuk) 1872 sonunda yarattı. Bu şiirler Vers Nouveaux et Chansons (Yeni Mısralar ve Şarkılar) adı altında Illuminations'da yayınlandı. 1873'te Verlaine, Rimbaud'u Bürüksel'de bir tabanca kurşunu ile yaraladı. Kendi din değiştirdikten sonra, boş yere Rimbaud'un da Allah'a inanmasına çalıştı. 1875'te Stuttgart'ta son bir kez daha görüştükten sonra, hayatları boyunca bir daha görüşmediler.

Brüksel'de yaşanan bu dramdan sonra, 1873'te, Rimbaud bütün deliliklerini, taşkınlıklarını anlatan Une Saison En Enfer(Cehennemde Bir Mevsim) adındaki şiir kitabını yazdı. Hemen sonuç almasa da Une Saison En Enfer'deki �elveda�, anlamına kavuşmakta fazla gecikmedi. 1875'te Rimbaud şiir yazmaya son verdi ve yolculuklar ve egzotik maceralarla dolu daha az coşku verici ama daha hareketli yeni bir yaşama başladı.

Avrupa'ya geri döndükten sonra bir süre Avusturya, İtalya ve Almanya'da kaldı. 1877'de Hollanda ordusuna katılarak Cava'ya kadar uzandı, ama çok geçmeden ordudan kaçtı. Daha sonra Kıbrıs'a giden Rimbaud, 1880'den itibaren Afrika'ya yerleşti. Aden ve Harrar'da ticaretle uğraşmaya başladı ve Menelik'e silah satarak hızlı bir yoldan zengin olma hevesine kapıldı. Coğrafya dergisi ve Le Bosphore Egyptien dergilerinde Afrika gezileri yayınlandı. On yıl sonunda işleri çok iyi bir duruma gelen Rimbaud, dizinde çıkan bir tümörden dolayı tedavi olmak üzere Fransa'ya döndü. Marseille'de bir bacağı kesilen Rimbaud birkaç ay sonra 10 Kasım 1891'de Coception Hastanesinde öldü.

Birkaç Şiiri:

CEHENNEMDE BİR MEVSİM

Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne

bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların

döküldüğü bir şölendi.

Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik

edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de.

Bayrak açtım adalete karşı.

Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey

bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.

Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına

ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım

üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.

Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken

mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,

boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı

bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.

Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop

kaldırdım çılgınlığı.

Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.

Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak

üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak

geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.

Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir

düşteymişim.

"Sen canavar kalacaksın..." falan filan... atıp

tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.

"Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle

bağışlanmaz günahın."

Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha

bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda

kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir,

öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için

kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları.

ASKERİN ÖLÜMÜ

Yemyeşil bir çukur,burda bir ırmak çağlar

Gümüş paçavraları atlara çılgınca takan

Burda güneş mağrur dağın tepesinden parlar

Küçük bir vadi ki bu,köpürür ışıklardan

genç bir asker uyuyor,başı çıplak ,ağzı açık,

Ve ensesi taze mavi terlerle yıkanmış..

Yeşil yeteğına yağmur gibi yağıtor ışık,

Bulutların altında,solgun otlara uzanmış...

Hasta cocuklar gibi uykuda gülümsüyor

Ayakları zambaklar içinde;askercik üşüyor

Tabiat ,beşiğinde salla onu,sıcak sar!

Burun kanatları artık,ürpermiyor korkuyla;

Eli göğsünde, sakin,güneşte dalmış uykuya

Yalnız sağ yanında kırmızı iki delik var.

ÇAPKIN KIZ

Kahverengi bir salon, cila ve meyva kokan,

Kurulmuş koca iskemleye tıkınıyordum,

Bir Belçika yemeği, buyursun canı çeken,

Yeter ki karnım doysun, aldırmayıp yiyordum,

Rahattım - oh ne güzel çalar saatin sesi-

Derken, mutfak açıldı, sürünmüş, sürmelenmiş,

Kılık kıyafetine ise biraz boş vermiş,

Yanaştı cilvelenip aşevi hizmetçisi.

İstediği tatlı bir öpücüktü sanırım

Belçikalı kızları bakışından tanırım,

Fazla çatal kaşıkları masadan topladı,

Dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana:

Bastırıp parmağını şeftali yanağına,

"Buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın" dedi.

Link to comment
Share on other sites

Arthur_Rimbaud'dan kısa kısa...

“Akşamın gölgeleri sarkınca pencereden

O kurtların yüzünü,

Ve o kara şeytanları görmemek için, sen

Yumacaksın gözünü.”

---

“Azmettim, söndürdüm içimde insan ümidi adına ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.(…) Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara, boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara. Cürmün ayazında kurundum. Hop oturup hop kaldırdım çılgınlığı”

---

“Akşamlar ağlatıyor! Ağladım, çok ağladım!

Ay ışığı insafsız, güneşim acımasız:

Buruk aşklar uğruna uyuşuk, esrik kaldım,

N’olur bu gemi batsın! Beni de alsın deniz!”

---

Peki siz, ne kadar hazırsınız reddettiğiniz, yok saydığınız kötülüklerinizle yüzleşmeye.

Gerçekten hazır mısınız?

Yine Arthur Rimbaud’nun dizeleriyle bitsin bu korkunç iç çekiş:

“Eğip boynun bana: “Hadi ara” diyorsun

Bu gezgin örümceği aramak, biliyorsun.”

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...