Jump to content

Divan Şairi Nâbi Ve Popülizm Eleştirisi


mavikiz

Recommended Posts

DİVAN ŞÂİRİ NÂBÎ VE POPÜLİZM ELEŞTİRİSİ

Dursun Ali TÖKEL

Sözde darbü'l-mesel iradına söz yok amma

Söz dur âleme senden kala bir darb-ı mesel

Nâbî

2004 yılında dünyada büyük bir fırtına gibi esen Truva filminin ortalarında insanlığın ezelî dertlerinden birine ışık tutan önemli bir sahne vardı ve tabiî ki bu sahnede önemli bir diyalog! Asil, annesine Truva'ya savaş için gidip gitmemesi hususundaki fikrini soruyordu. Kendisinde biraz da kâhinlik olan bu kadın oğluna şöyle diyordu: "Eğer Truva'ya gitmezsen güzel bir karın, güzel çocukların ve mutlu bir hayatın olacak. Çocukların senin yiğitliğini anlatacak, daha sonra torunların ve onların çocukları senden bahsedecek. Ama bir nesil gelecek ve sen unutulacaksın. Eğer Truva'ya gidersen, büyük kahramanlıklar gösterecek dillere destan olacaksın ve sonsuza kadar senin yiğitliklerin dillerde dolaşacak, ebedî bir kahraman olacaksın, ama geri dönmeyeceksin." Annesi, Aşil'e adı sonsuza kalan bir kahraman olmanın bedelini söylüyordu. Truva'ya gideceksin ve öleceksin! Asil hangisini seçti? Bugün bile hâlâ ondan bahsediyorsak ikinci şıkkı seçtiği belli; yani ebedi var olma adına ölümü! Burada vurgulanan nedir? Mutlu ve huzurlu yaşamanın, ama ölünce yok olup gitmenin yerine, büyük kahramanlar ölümü, ama peşinden gelecek ebedî hatırlanmaları seçerler. Sonsuza kadar dillere destan olmanın bedeli bir hayli ağır olur, fakat bu ağırlıktır ki kahramanı ebedîleştirir, unutuluşun karanlığından hatırlanmanın aydın ufuklarına taşır. Basit insanlar, basit yaşarlar; gündelik hazları, keyifleri ve üç kuruşluk menfaatleri için boyun büküp el etek öpmekten çekinmezler. Onlar yaşamanın keyfini hedeflerler, oysa onursuzluğun zilletleri ebediyen yakalarını bırakmaz. Onlar, öldükten sonra bile hayırla yad edilmenin şerefini hak edecek kadar onurlu değildirler; onurlarını keyiflerine ve çıkarlarına satmışlardır. Bu satışla elde ettikleri, aslında ebediyen kaybettikleridir.

Popüler olanın peşine takılıp gitmek, genellikle gündelik ve geçici olanın nazlarına ve cazibesine kapılmak demektir. İnsanoğlu çoğu zaman bu cazibeyi kıramaz, ona mağlup olmaktan kurtulamaz. Kalıcı olanın bedeli ağır ve getirişi hemen belli olmadığından, yaratılışı gereği acul olan insan getirişi peşin olanın peşine takılır. Bu takılış ona, bir şeyler getirir; şöhret, alkış, para, itibar, karın tokluğu, sırt pekliği... ama bunlar, ihtişamla parlayan ama ay'in doğmasıyla gözlerden ırak kalan yıldızların parlamasına benzer. Saltanatı kısa sürer. Ebedî var oluşu hedefleyenlerin yolu uzun, yükü ağır, mihneti boldur. Ama onlardır ki insanoğlu var olduğu müddetçe dilden düşmezler, hayır ve sevap hanelerini ebediyen açık tutarlar. Ölümleri ebedî doğuşa vesile olur, yok oluşa değil. Ama bu tercihi ancak, bu değerleri hedefleyenler bilirler, tabiî ki onunla gelecek mihnetleri göğüsleyecek olanlar.

Bu yazımızda işte böylesi bir hâlet-i ruhiyenin ıstırabını çekmiş bir şâirden bahsedeceğiz: 17. yüzyılda yaşamış Nâbî'den ve onun gündelik akışa kapılmaya ilişkin eleştirisinden.

Nâbî

Edebiyatımızda hikemî şiirin en büyük temsilcisi olan Nâbî, 1642 yılında Urfa'da doğmuş ve 1712 yılında İstanbul'da gözlerini hayata yummuştur. Bir divan şâiri olan Nâbî'nin şöhreti şiirinin ana felsefesini oluşturan hikemî tarzdan gelir. Sağlığında pek çok pâdişâh görmüş, yaşadığı müddetçe devrindeki hemen bütün şâirler tarafından üstat olarak kabul edilmiş nadir şahsiyetlerdendir. Çağdaşı olan bütün şâirler ondan övgü ve hayranlıkla bahsederler. Şâir Sâlim'in şu dörtlüğü devrindeki şâirlerin Nâbî'ye bakışını çok güzel yansıtmaktadır. Salim, Üstad Nâbî'nin Haleb'den İstanbul'a gelişiyle baştan ayağa mutluluk duyduklarını, söz ustası bu büyük şâirin geldiğini duyan bütün şâirlerin can u gönülden onu karşılamaya çıktıklarını söylemektedir:

Stanbul'a Haleb'den Nâbî-i üstâd geldikde

Kudûm-ı makdem-i pâki bizi şâd etdi ser-tâ-ser

Kudümün gûş edince ol suhan-perverd-i eş'arın

Derûn-ı dilden istikbâl etdi cümle şâirler1

Kendi devrine kadar devam eden divan şiirinin artık hemen bütün klasik örnekleri verilmiş olduğundan, onun zamanına kadar çok büyük divan şâirleri yetişmiş bulunduğundan Nâbî şiirde yeni bir yol denemiş ve fikrin, düşüncenin, hikmetin ağır bastığı şiir yolunu tercih etmiştir. Onun bu tercihi hususunda Nâbî hakkında müstakil bir eser kaleme alan Mine Mengi şunları söyler-. "Nâbî, devrindeki şâirlerin şiir anlayışını beğenmez, öz bakımdan eski şiir geleneğini devam ettirmelerini kınar ve çağdaşlarını şiire yenilik getirmemekle suçlar. Gerek şâirin yaratılışı, gerekse Osmanlı toplumunun o devirdeki bozulmuş düzeni, Nâ-bî'yi şiirde o zamana kadar söylemiş ve yazmış olanların yolunda yürümemeğe zorlar... Ve bunun sonu-1 cunda Nâbî, Türk şiirini yeni bir vadiye, fikir ve hik- i met vadisine ******ürmüştür"2 Onun kendi devir eleştiri-1 sine ayırdığı pek çok mısraı bulunmaktadır. Edebiyatı-1 mızın ilk pedagoji eserlerinden sayılan Hayriye adlı eserinde oğluna öğütler verirken devrindeki pek çok şâiri ham olarak niteler ve şöyle eleştirir:

Baksan ekser süban-ı şâir-i ham

Zülfü sünbül gül ü bülbül mey câm

Çıkamaz dâire-i dilberden

Kad ü hadd ü leb ü çeşm-i terden

Geh bahara dolaşır geh çemene

llişür serv ü gül ü yâsemene

Reh-i nâ-reftede cevlân edemez

Sapa vadileri seyrân edemez

Edemez sayd-ı meânî-i bülend

Atamaz gayb şikârına kemend

Geçinür ma 'nâ-yı hâyîde ile

Lafz-ı meşhûr-ı cihân-dîde ile3

(Şöyle bir baksan, acemi şâirlerin şiirlerini çoğunlukla zülfile sünbül, gül ile bülbül, içki ile kadın ten ibaret görürsün. Öylesi şiir, dilber ile boy, m nak, dudak ve yaşlı göz dairesinden çıkamaz, şiir bazen baharı, bazen çemeni dolaşır. Bazen serviye, güle yahut yâsemene ilişir. Kimsenin gidi diği orijinal bir yolda dolaşamaz, sapa vadilerde zinemez. Yüksek mânâları avlayamaz, gayb an kemend atamaz. Daha evvel başkalarının soyka mânâ ile geçinir, dünya görmüş meşhur savunur.)

Bu beyitler, aslında bugünkü popüler-estetik şıklığı açısından da yorumlanabilir. Bu beyitle getirilen hususlar ve kullanılan imgeler tam da şıklığın argümanlarıyla doludur. Reh-i nâ-reftedt) yemeyen, sapa vadileri dolaşamayan, maâni-i bülen-ch avlayamayan, gayb şikarına kement atamayan kişi tam bugünün diliyle popüler olanın peşine takılanlardır. Yani bunlar hazır olanı, üretilmiş olanı, gündelik ve yaygın olanı tüketme peşindedirler. Bunların karşısında yer alanlar ise, birilerinin hiç durmaksızın tüketeceği var olanı üretenlerdir. Onlar, varlık alanına getirirler ve adına orijinal denilen şeylerin kaygısını çekerler, bu kaygı onları orijinal yapar, üretici, doğurgan, benzeri olmayan yapar.

Orijinalin Peşinde

Pek çok araştırmacı Nâbî devrindeki niteliksiz şâir bolluğuna değinmiştir: "Nâbî'nin yaşadığı çağda şâirden çok müteşâir (şairlik taslayan) kimselerin bolluğu göze çarpar. Bu sebepledir ki Sabit 'kaldırım taşları altında birer şâir var' demekten kendisini alamamıştır."4 Aslında bu "kaldırım taşları altında birer şâir var" sözü, estetik olanın az ve nadir, popüler olanın çok ve sıradan oluşunu veciz bir dille ifade etmektedir. Yani popüler olanın seri üretim halini.

Nâbî'nin bir hayli hacimli olan divanı ve Hayriye adlı eseri onun şiirin estetik varlığına ilişkin kanaatlerini taşıyan pek çok örnekle doludur. Bunlarda ön plana çıkan husus, Nâbî'nin şiirde anlama, hikmete ve insana faydaya verdiği değerdir. Bu üç değer, biraz da estetik olanın özelliklerini yansıtır. Popüler olanda an-îarm karşılık güdüm, hikmete karşılık duygusallık ve heyecan, bir birey olarak insanlık yerine kitle vardır. Ayrıca yukarıdaki mısralarda görüldüğü gibi, Nâbî'nin en hassas olduğu konulardan biri de şiirde orijinalliktir. Şâir, orijinal olmayan şiiri, şiir kabul etmez. Şâir, bilineni tekrardan kaçınmalıdır, reh-i nâ-refte'de (daha önce yürünmemiş bir yol, farklı ve orijinal olanı tercih etme) yürümelidir. Sapa vadileri ( denenmemişi deneme) dolaşmah; sayd-ı ma 'ân-i bülende ( yüce anlamların peşinde olma) talip olmalıdır. Nâbî, şiirde orijinal olmayı şu beytiyle çok özlü bir şekilde dile getirmiştir.

Taze bir ma 'nâ-yı nâ-güfte zuhur etmeyicek

Kıyamam âb-ı ruhun dökmeye Nâbî kalemin5

Şâir, daha önce kimsenin söylemediği bir sözü veya söyleyiş tarzını yakalamadıkça, kalemin yüz suyunu dökmeye kıyamadığını söylemektedir. Yani daha önce söylenmiş, hiç bir orijinalliği kalmayan sözü tekrar söylemenin hiç bir anlamı yoktur. Zaten bu tavırda bir orijinallik de bulunmaz. Oysa şâir, işte bunun; söylenmemişi söylemenin, yeni bir şeyler demenin ve bu deyişle de dillerde destan olmanın peşinde olmalıdır. Bunun için de çok fazla eser vermenin bir anlamı yoktur. Koca Râgıp Paşa'nın dediği gibi:

Eğer maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir6

(Eğer kalıcı bir eser bırakmak istiyorsan, herkesin hayran olacağı mucize gibi bir mısra bile kurmak yeterlidir.)

Kalıcı olanın, her devir insanının ebediyet duygusuna hitap etmenin zorlukları vardır ve bunun için de kemiyete değil, keyfiyete bakılır. Bu tür insanlar Hüseyin Çelebi'nin dediği gibi;

Söylemez söylemez amma riürr-i meknûn söyler7

Yani bunlar söylemezler, söylemezler bir söyleyince de ağızlarından eşsiz inciler dökülür, dinleyeni kendisine hayran bırakırlar. Nâbî, bir şâirin eşsiz nitelikli sözler söylemesinin nasıl mümkün olacağına da değinmiştir. Şu beytiyle:

Nâbîyâ ister isen taze peyâm-ı mânâ

Kalemün âlem-i endîşede câsûs olsun8

Şâire göre, yepyeni anlamlar, başka söyleyişler peşinde olanların kalemi, düşünce (bugün için imge diyelim) âleminde casusluk yapmalıdır: Yani sürekli "yeni, değişik, bir başka nasıl söyleyebilirim"in endişesini çekmelidir şâir. Bu sıfatları haiz olmayan, yeni anlam ve söyleyişler türetemeyen şâirleri, Nâbî, çocuğu olmayan kadına benzetmektedir:

Tıfldan münkatı' olmuş zene benzer gûyâ

Ma 'nâ-yı taze doğurmazsa eğer şakk-ı kalem9

Nâbî ve Popülizm Eleştirisi

Her insanın farklı yetenek ve ilgisi olduğu gibi, aynı branş içinde bile olsa her sanatkârın da farklı bir anlatım yolu, yani üslûbu vardır. Her biri divan şâiri olmakla beraber, Fuzûlî âşıkane gazelde, Nedim şûhâne gazelde ünlü olmuştur. Benzer şekilde gazel deyince akla Fuzûlî, Bakî, Şeyhülislam Yahya, Nedim gelirken; kasidede de ilk önce akla Nef î gelir. Bağdatlı Ruhî ter-kib-i bendiyle, Azmizâde Haletî rubaileriyle ün salmıştır. Fuzûlî de Nedim de gazel yazar, fakat dünya görüşleri, üslûpları çok farklıdır. Şâirler orijinal olmak, daha önce denenmemişi denemek ve akranı arasından sıyrı labilmek için bazen çok farklı yollar denemişlerdir. Meselâ gazelde gerçek bir üstat olarak kabul edilen Necati, daha çok şiirlerinde atasözlerini çokça kullanmasıyla meşhur olmuştur. Bu, şüphesiz bir üslûp özelliğidir. Ve zaman zaman da bazı şâirler şiirlerinde atasözü, deyim, mahallî söyleyiş kullanma tercihini bir hayli ileri boyutlara taşımış, kimi bunda çok muvaffak olmuş ve takdir görmüştür: "Atasözlerini nazma çekmede Güvâhî o kadar kudret göstermiş ve muvaffak olmuştur ki kendisinin, yalnız bu işi başarmak için dünyaya geldiği ve bu hususta kullandığı veznin de adeta atasözleri için hassaten icat edilmiş olduğu fikrini hatıra getirmektedir."10 Kimileri de bu hareketiyle zaman zaman eleştiri konusu olmuştur.

işte bu, şiirlerinde atasözü kullanmayı ileri derecelere taşıyan ve bu yönüyle asrında çok meşhur olan şâirlerden biri de "atasözleri ve deyimlere, âdet ve geleneklere bulunduğu göndermelerle çağdaşı şâirler arasında ayrıcalıklı bir yeri olan" Bosnalı Sâbit'tir. Yazımızın başlığını taşıyan Nâbî'nin popülist olana karşı eleştirisi de Sabit merkezli bir hadisenin tarihe mal olmasından dolayıdır.

Sabit, Nâbî'nin çağdaşı olan şâirlerdendir ve Nâbî için "üstâd-ı cihan"11 diyecek kadar büyük bir Nâbî hayranıdır. Sabit, Nâbî hakkında:

Kim bulur Nâbî Efendi gibi hep taze hayâl

Feyz Sabit yine pîrân-ı küben-sâldedir42

diyerek onun büyüklüğünü ve şiir sahasındaki üstünlüğünü söylemekten çekinmemiştir. Sabit'in Nâbî'yi övgü makamında daha pek çok şiiri vardır. Bu şiirlerinde o, Nâbî'ye karşı olan derin hayranlığını samimi bir dille ifade etmiştir.

Sözde darbü'l-mesel iradına söz yok amma

Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel

Nâbî bu beytiyle, "şiirde atasözü kullanmanın güzel ve hoş olduğunu, ancak asıl hünerin insanın kendisinden sonraya kalacak ve atasözü niteliği kazanacak değerde söz söyleyebilmek olduğunu" söylemektedir.13 Nâbî, gerçekten de bu beytine uygun bir şekilde, sözleri atasözü gibi dillerde dolaşan nadir şâirlerimizden biridir. Zira ondaki hassasiyet; sözü, söylemiş olmaktan, şairlik taslamak veya bir menfaat ummak için söylemiş olmaktan ziyade ebediyete, insanlığa her zaman ibret, ders ve haz verecek eser bırakma kaygısından kaynaklanmaktadır.

Araştırmacılar Nâbî'nin bu beytini Sâbit'e tariz makamında söylediğini ifade ederler.14 Gibb de, "eğer Nâbî bu beyti yazarken Sâbit'i düşünmüş idiyse zarif ve haklı bir tenkit amaç edinilmiş olmaktadır"15 demektedir. Sâbit'in aşırı darbımesel (atasözü) kullanma düşkünlüğü, bazılarının onu eleştirmesine sebep olmuştur. "Atasözleri ve deyimleri komik bir tarzda kullanmak onun için şiir yazmada en büyük merakı olarak görülür... Sâbit'in atasözleri ve deyimlere olan düşkünlüğü yerli yersiz, cinas, tezat ve tevriyeyi beraberinde getirir. Bu sanatlar şiiri süsleyen ve dile tasarrufu sağlayan birer unsur iken Sâbit'te külfet olarak karşımıza çıkar."16 Zaten Nâbî de onun bu tarafını şu beytiyle dile getirir:

Darbu'l-mesel iradına bu asırda Nâbî

Kimse olamaz Sabit Efendiye resîde

Sabit için bu övgüyü yapan Nâbî, onun bu yerli yersiz atasözü kullanma alışkanlığını da işte yukarıda aldığımız beyitte eleştiri konusu yapmıştır: Şiirde atasözü kullanmak ne güzeldir; fakat daha güzel ve ebedî kalacak olan ise atasözü değerinde bir söz söylemektir.

Hiç kimse çıkıp da Sabit için "sıradan bir şâirdir" diyemez. Zira o da 17. yüzyıl divan şiirinin önde gelen şâirlerinden biridir. Fakat ondaki yerli yersiz, atasözü, deyim, mahallî söyleyiş tarzını kullanışı, zamanla şiirlerinin anlaşılmasını güçleştirmiş, hatta bazen imkânsız hale getirmiştir. Şairliğine diyecek yoktur, ancak şiir kurgusunda baş vurduğu yol, popüler olana düşkün oluşun doğal sonucu olarak zamanla onun unutulı sına sebep olmuştur. Popüler tarzın bir yansıması oh verili olanı kullanmak aslında atasözleriyle uyum terir. Orijinallik verili olana değil üretilene dayanır. estetik olanın yansımasıdır. Sâbit'in yaşadığı devirde şiirde atasözünü fazlasıyla kullanmak cazibesine kapıldığı, o zaman için fazlasıyla popüler olan bu yolu I cih ettiği bellidir. Ama bu üslubu şiire "yedirememek ve onu estetik kurguda bir ahenk içine oturtama bugünkü anlamıyla popülizmin tuzağına düşmeye i bir örnektir."

Bazı araştırmacılar, Nâbî'ye Sâbit'in şiirlerinde 2 sözlerini çokça kullandığı yolunda tariz yollu olsa ( bazen de övücü mahiyette sözler sarf edildiğini, bî'nin de işte bunun üzerine yukarıdaki beyitleri söyle diğini aktarırlar. Yani Nâbî, Sâbit'i bu tavrından dolayı hem övmekte, hem de yermektedir. Övmektedir zira, o gün için Sabit hakikaten zor bir işi başarıyla yürütmekte ve hikemî şiirin esaslarından birinde fevkalade muvaffak olmaktadır. Yermektedir zira, Sabit bu işte aşırıya kaçmıştır, her aşırılık peşinden sapmayı, gayeyi değil gayeye ******üren vasıtayı gaye hâline dönüştürmeyi getirir. Bir de "yaygın olanın, günübirlik revaçta olanın peşine takılmak ve orada kalmak" olarak niteleyebileceğimiz popülizm tuzağına düşmek vardır ki Sâbit'in başına gelen de bu olmuştur: Şiirlerde atasözlerini kullanmak güzel, ama gerçek bir şâir, mustarip bir sanat-çıysa dillerde atasözleri gibi söylenecek sözler söyle; asil marifet budur. Sabit birinci şıkta kalmıştır; güzel atasözlerini şiirde kullanmıştır, amma zamanla o popüler tavır geçerliliğini yitirmiş ve popülizme kapılanı da unutuluşa terk etmiştir. Nâbî ikinci yolu seçmiştir, dillerde hâlâ destan olan atasözü kıymetinde metinler kurmuştur ve o, estetik olanın kaderini yaşamaktadır: Ne kadar zaman geçerse geçsin unutuluş onun kapısından bile geçemeyecek, dünya durdukça sözleriyle insanlığa hikmeti fısıldamaya devam edecektir.

Bütün bunlardan şu dersi çıkarmak gerekiyor. Popülist, yani yaygın olan kurgu biçimi sanatçı için tam bir tuzaktır. Sanatçı gününü kurtarmaya, alkış sevdasıyla sağa sola seğirtmeye çalışmamalıdır. Tarih göstermiştir ki, öldükten sonra bile peşinden alkışların devam ettiği insan sayısı çok az olmuştur. Genelde sanatçı çağını aşan insan olduğundan, şöhret ancak onun anlaşılabileceği çağlarda gelmektedir. Sanatçı gününe değil, ebediyete, gelecek nesillerin bireylerine de seslenmeyi hedeflemelidir. Böylesi büyük bir hedef, çoğunluğu küçük bile olsa ebediyet niyetleri taşımayan insanlar tarafından tabiî ki anlaşılmayacaktır. Bu kızılacak değil, mazur görülecek bir hâlet-i ruhiyedir.

Âleme bir darb-ı mesel bırakabilmek ancak günü aşan hedeflerin varlığıyla, "söylenmişi" bir daha söylemekle değil; söylenmemişi ebediyen dillerde söy-letebilmeyi, insanlığa onunla ışık tutabilmeyi hedeflemekle mümkündür.

1 Salim Divanı, (Haz: Adnan ince), YÖK Matbaası, Ankara 1994, s. 467. Devrindeki şâirlerin Nâbî'ye olan hayranlığı ve ona olan övgüleri için şu eserlere bkz: Hüseyin Yorulmaz, Divan Edebiyatında Nâbî Ekolü -Eski Şiirde Hikemiyât. Kitabevi Yay., istanbul 1996, s. 42-51; Abdül-kadir Karahan, Nâbî, Kültür ve Turz. Bak. Yay., Ankara 1987, s. 21.

2 Mine Mengi, Divan Şiirinde Hikemî Tarzın Büyük Temsilcisi Nâbî, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 1991, s. 26,27.

3 Nâbî, Hayriye, (Haz: iskender Pala), Bedir Yay., istanbul 1989, s. 153-154. (999-1004. beyitler arası). Açıklamaların başında yer alan rakamlar, metindeki beyit numaralarını göstermektedir.

4 Abdülkadir Karahan, Nâbî, Kültür ve Turz. Bak. Yay., Ankara 1987, s. 52.

5 Nâbî Divanı, (Yay: Ali Fuat Bilkan), MEB. Yay., istanbul 1997, C.II, s. 763/402/7.

6 Koca Râgıb Paşa da Nâbî ekolünü devam ettiren önemli şâirlerden biridir. Bu mısraı ve diğer şiirleri için şu esere bkz: Hüseyin Yorulmaz, Koca Râgıb Paşa, K.B. Yay. Ankara 1992, s. 156.

7 iskender Pala, Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi (Dîvânü'd-Devâvîn), Akçağ Yay., Ankara 1995, s. 427.

8 Nâbî Divanı, (II/909/594/5).

9 Bkz: Mine Mengi, Divan Şiirinde Hikemî Tarzın Büyük Temsilcisi Nâbî, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 1991, s. 35.

10 Dehri Dilcin, Edebiyatımızda Atasözleri, TDK. Yay., Ankara 2000, (2. Baskı), s. XXVII

11 Bkz. : Hüseyin Yorulmaz, Divan Edebiyatında Nâbî Ekolü-Eski Şiirde Hikemiyât, s 59

12 Ali Fuat Bilkan, Nâbî, Hikmet-Şâir-Tarih, Akçağ Yay., Ankara 1998, s. 49-50.

13 Ayrıca bkz: Abdülkadir Karahan, Nâbî, Kültür ve Turz. Bak. Yay., Ankara 1987, s. 60.

14 Sabit Divanı, (Haz: Turgut Karacan), Sivas 1991, s. 21.

15 EJ.Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi, (Ter: Ali Çavuşoğlu), Akçağ Yay., Ankara 1999, C.III-IV, s. 277.

16 Turgut Karacan, Sabit Divanı, Giriş bölüm, s. 69,70.

17 Sanatın popülist ve estetik yanlan, Şaban Sağlık tarafından incelenmiş ve bu iki kavramın şekle ve içeriğe ilişkin yapısal elemanları Esat Mahmut Karakurt ve Ahmet Hamdi Tanpınar örneğinde mukayeseli olarak bütün yönleriyle ele alınmıştır. Bu çalışmada zaman zaman kavramsal çerçeve açısından bu çalışmaya başvurulmuştur.

Daha geniş bilgi isteyenler bu esere bakabilirler. Şaban Sağlık, Popüler ve Estetik Roman Kavramları Açısından Esat Mahmut Karakurt ile Ahmet Hamdi Tanpınar'111 Romanları Üzerine Mukayeseli Bir Çalışma, Ondokuz Mayıs Ünv. Sos. Bil.Ens., Yayımlanmamış Doktora Tezi, Samsun 1998

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...