Jump to content

Sürgün bir yazarın gözünden Anadolu


mavikiz

Recommended Posts

Bana Şehirleri Anlat kitabınızda çok sayıda şehir var.

Bunların ortak özellikleri nedir?

> Evet gerçekten çok şehir var. Büyük küçük, Türkiye acayip bir

ülke, çok güzel bir ülke. Anadolu’da yaşayan halkların ortak

değerleri insancıl, samimi, sıcak olmalarıdır. Herhangi bir kentte,

bir kahvede herhangi biriyle hemem yıllarca tanışmış gibi sohbet

edebilirsiniz. İnsan sıcağını yakalayabilirsiniz. Dost

olabilirsiniz. Fatsa’da, Besni’de, Ceyhan’da, Nazillide, Kangal’da

hep öyle. En önemli ortak özelliği insan sıcağıdır.

> Kitabınızda iki dönem var, bu iki dönem arasında ne tür

farklılıklar var?

> Ben 1975 doğumluyum yani, 1995’te yazdığım gezdiğim gördüğüm

şeyler yirmi yaşıma aittir. Yirmi yaş ve onlarca kent olay ve insan.

Bana gerçekte şimdi ilginç ve zor geliyor. Yirmi yıla ne

sığdırılabilinir ki? İşte bir çok olay ve şehir bu yaşa sığıyor.

Daha sonra ki dönemi büyüme olarak görüyorum. Öğreniyorum, ama asıl

önemlisi daha dingin ve yerleşik bir hayat.

> Bana Şehirleri Anlat, şehirleri birbirine bağlayan bir köprü,

fakat Antakya ve Ankara’nın sanırım özel bir yeri var...?

> Elbette, elbette bu iki kent hayatımı inşa eden kentlerdir.

Köküm Antakya’da, gövdem Ankara’da. Ben Antakya’da doğdum, orada okudum çocukluğum orada geçti. Antakya parkı, köprübaşı, künefe, Harbiye, Armutlu, Sümerler mahalleleri o kadar anlamlı ki...

Biliyorsun ben askerden önce şu yada bu şekilde sürgündüm.

Antakya’nın manevi değeri gerçekten çok fazladır. O kadar ki

Antakya otobüs firmalarını görmek bile çok değerli. Yani memleket

özlemi gibi yok. Ellerin ceplerinde özgürce sokaklarda ıslık çalmak

gerçekten çok değerli. Benim için bunu Antakya’da yapmak çok

önemliydi. Ne mutlu ben bunu yaptım.

Ankara benim herşeyim kalabalığım yalnızlığım, işim, evim, geri

dönüş kentim. Ankara’ya mutlaka geri dönülür ve bu kent sizi usulca

içine alır.

> Kitabınızda gerek Türkiye’de gerekse dünyanın çeşitli

yerlerinde yaşanan sorunlara değinmişsiniz. Aydınların bu sorunlara ilgi göstermediğinden şikayet ediyorsunuz. Neden?

> Şimdi şöyle bir mesele var sadece aydın tavrını sorgulamamak

gerekir. Sokaktaki vicdanlı adamın bile dur demesi gereken

meselelere tanık olduk.

Öncelikle Türkiye’de F tipi cezaevlerine karşı yürütülen ve hala

süren ölüm orucu meselesine bakalım. Sanırım 122 insan öldü. Bunun

solcu Müslüman, Alevi, Şafi, Bahai yada Laz , Çerkes olmaya gerek

yok. Bu bir insan hakkı meselesi. Vicdan meselesi. İnsanlar yüzlerce

gün açlığa yatarak üçer beşer ölüyor. Toplumsal en ufak bir tepki

yok. Toplumsal tepkiyi bırakın muhalif odaklar bile kanıksadılar

alıştılar bu ölümlere. Evet ölüm orucu yöntemi yanlış o ayrı bir

tartışma. Sonuca bakmalıyız. Aydınlarda, yurttaşlarda, muhaliflerde,

bu işi organize edenlerde sınıfta kaldı. Sadece acısı kaldı. Üstelik

bitmiş kapanmış bir sorun değil bu. Hala kanayan bir yara.

> Geç kalmak öykünüzde değişik olaylara yer vermişsiniz. Bu

öyküyü biraz konuşalım...?

> Aslında zaman ve mekan kavramı iç içe geçmiş o öyküde. Bende

çok seviyorum onu. İçinde bir çok duygu var. Karmaşık bir hüzün.

Kardeş, sevgili, yoldaş özlemini en iyi anlatan öykülerden biri.

> Herkesin bir kuşağı var diyor şair gerçekten herkesin bir

kuşağı olmasına gerek var mı? 89 kuşağı Türkiye’de varolan

kuşakların neresinde yere alır? 12 Eylülden ne kadar etkilenmiştir?

> Bilmem ki herkesin bir kuşağı olmalımı. Yani bunun bir şekli

şemali varmı bilmiyorum. Bir kuşağa ait olmak aidiyet duygusuyla

ilgilidir. Aidiyet iyidir. Ortak bir kültür hatta davranış biçimi

oluşturur. 78 kuşağı abilere bakın hala pos bıyıklı. 78 kuşağını 12

eylül cuntası karşıladı. 12 eylül sadece muhaliflere değil, topluma

yönelik bir baskı uyguladı. Fakat bizim kuşak şu açıdan başka türlü

zordu. Özal'ın liberalizmi, renkli dünyası, kandırmacası ve soysuz

ahlaksız dünyasına bir avuç genç yok bu hayatı kabullenmiyoruz

dediler. Öncü oldular.Öncü kaldılar. Yani gerçek anlamda yığınlar

mücadele saflarına katılmadı. İşte bu bana daha çok cüretkar

geliyor.Dünyanın neresinde olursanız olun muhaliflerin acısı birbirine

benzer. Bu dünyada muhalif olmak gerçekten bedel ister. Her kuşak

kendi bedelini ödemiştir. Ateş düştüğü yeri yakar.

Bence bu ateş bizim kuşağı çok yakmıştır. Çok genç öldü

arkadaşlarımız, önceki kuşaklar kadar.

> Kitabınız buram buram özlem kokuyor. Bir kardeş, bir sokak, bir çiçek... Özlemek kitabın ana teması diyebilir miyiz?

> Bir sürgün yaşayacağı en temel duygu özlemdir. Özlemenin

başka bir güzelliği var oda insaniyetten gelir. Özlemi canlı kılmak

yaşama tutunmanızı sağlar özlem ile umut ikiz kardeştir. Özlersen

umut edersin. Umut bittiği yerde insan biter. Bunun için kitapta da

dediğim gibi en sağlam ideoloji umuttur.

> Siz aynı zamanda bir yayıncısınız. Yayıncılık işleri nasıl

görüyorsunuz?

> Yayıncılık çok zor bir iş. Daha bu alan sektörleşemedi ezberi

çok. Türkiye’de orijinal bir şey yok. Yüzlerce atraksiyon mümkün bu

alanda. Dediğim gibi ezberler çok güçlü. Fakat gidişat şu yönde bu

ezberler bozulacak. Kitaplar çok pahalı, gerçekten çok pahalı çünkü

dağıtım kanalları tıkalı. Koca koca yazarların kitapları bin adet

kopya edilip dağıtılıyor, üçyüz beş yüz satılıyorsa bu başarı

oluyor. Kitabı amirto ediyor. Bu nedenle kitap pahalı tutuluyor.

Bunun tek bir çözümü var; Ucuz kitap yaygın dağıtım. Bu olursa

birşeyler değişir. Birde kitap ticaret şeklinin değişmesi gerekir.

Teknik meseleler bunlar ve piyasa yeni gelişmelere gebe.

Sermaye grupları sektöre girmesini ben sevindim. Yazarlara telif

ödüyorlar. Lakin onlarda çok tembel ve sermayenin kar için

yaratıcılığından yoksun. Koca koca yayınevlerinin depoları tıkabasa

dolu popüler işlerle kendilerini kotarmaya çalışıyorlar.

Televizyonda nasıl bir televole kültürü varsa kitap içindede öyle

televole kitaplar var.

> Çok sayıda kitap basılıyor,çok sıklıkla basılan kitapların iyi

veya kötü yanları nelerdir ?

> Her ürünün bir alıcısı vardır. Elit bir okur var. Bunlar

seçkincidir ve sayısal olarak azdır. Fakat yayıncılık tatlı kar

getiren bir iş şimdilik. Bu nedenle yayınlanan kitaplarda

yayınevleride arz talebe göre ürün veriyorlar. idealist ve misyon

sahibi yayınevleri çok az. İyi ki onlar var.

> Bir yayıncı olarak ülkemizde şiirin nerdeyse yok olduğunu ve

artık şiir kitaplarının basılmadığını bilmekteyiz, sizce bu sürece

şiiri getiren nedir ?

> Kesin şeyler söyleyemem, şiir neden yayınlamaz başkaları. Eğer bizim yayınevini soruyorsan ticari değil ve çok sağlam dosyalar

gelmiyor. Öncelikli olarak ticari olmayışı. Şiir dosyalarının

kalitesini editör arkadaşlar belirliyor. Fakat son noktada

yayınevleri şiir pek yayınlamak istemezler. Birde şu var gerçekten

çok şiir yazan var. Öyle komik dosyalar geliyor ki. Kadın ev hanımı

yazmış, bürokrat, öğretmen yani herkesin bir zaman yayınlamayı

tasarladı bir şiir kitabı var. belki bu da önemli bir etken.

> Gerçekten yayıncılar veya yazarlar yeteri kadar kendi

aralarında örgütlümü? Sorunlara anında müdahale edebiliyorlar mı ?

> Türkiye'de kim örgütlü ki yazarlar ve yayıncılar örgütlü

olsun. Tabela kurumlar çoğu, popülist etkinlikler, sosyal çevre

kurma kaygısı, kendini tekrar eden gündem ve faaliyetler.

yazarların ve özellikle çevirmenlerin acilen aktif bir kuruma ihtiyaçları vardır.

Besim Altunöz Kimdir.

1975 Antakya'da doğdu.

Kitabevi İşletmeciliği, kitap ve dergi yayıncılı işlerinde çalıştı.Hala bu işlerde çalışıyor. Global Rapor diplamasi dergisi, Düşünen Siyaset, cosmopolitik, Günaydın Beyoğlu, Mamak Rapor, Sistem, Siyah Beyaz gazetesi, Ekonomik Yorum ve Demokrasim.net'te yazılar yazdı. Daha önce basılmış Diplomatik Söylemler ve Düşen Mevziler adında iki kitabı bulunmakta. Bana şehirleri Anlat yazarın son kitabıdır.

(Haber7)

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...