Jump to content

Hipokrat Diye Birisi Hiç Olmamış


tarihogretmeni

Recommended Posts

Doç.Dr.Şahin Aksoy’un iddiasına göre tıbbın babası Hipokrat değil, hatta Hipokratın yazdığı iddia edilen eserler de Hipokrat’a ait değil.

Tıbbın babası Aksoy’un iddialarına göre çok daha eskiye dayanıyor.

hipokrat.jpg

İşte tıp tarihçisi Doç.Dr.Şahin Aksoy’un Medimagazin Gazetesi’nde yayınlanan köşesindeki yazısı:

Tıbba Baba Aranıyor

Genellikle bizde her şeye bir ‘baba’ yakıştırma eğilimi vardır. Tıbbın babası, Anatomi’nin babası, Cerrahi’nin babası, vs. Bir tıp tarihçisi olarak ben de genel temayül gereği derslerimde bu ‘babalar’dan sıkça söz etmek zorunda kalıyorum. Baştan beri bende bir rahatsızlık uyandıran bu ‘baba’ fikri ,nihayet bu sene bir infiale dönüşerek beni bütün ‘babaları’ inkara yöneltti. Ama bir de baktım, pek çok kurum ‘babasız’ kaldı. O yüzdendir yazımın başlığının “Tıbba ‘Baba’ Aranıyor” olması.

Aslında, tıbba ve tıp branşlarına bir baba yakıştırılma çabası baştan bir hataydı. Çünkü bir şeyin ‘anası’ndan her zaman için emin olabilirsiniz, ama ‘babalık’ hep tartışma konusu olagelmiştir. Bir şey kimden doğmuş, kimden neşet etmiş ise ‘anası’ odur ve kesindir. Ama baba olduğunu ispat etmek pozitif bir çabayı gerektirir. Belki de ondandır tıbba ve diğerlerine ‘ana’ yerine ‘baba’ yakıştırılması. Hiçbir zaman ‘gerçek baba’nın kim olduğundan emin olamayacaklarını bu kavramı ortaya atanlar da biliyordu. Merak etmeyin, bunun böyle olmadığını ben de biliyorum. Biliyorum, her bilime bir babanın arandığı yüzyıllarda (16.-19. yüzyıl) Batıda bu bilimlere ‘analık’ yapacak kadınların olmadığından, daha doğrusu kadının o çağlarda Batıda adının hiç olmadığından birer ‘baba’ yakıştırıldığını. Biliyorum, Batıda father’ın, yani ‘baba’nın tanrıya karşılık geldiğini, o yüzden de her bilimin ilkine ve en yücesine o bilimin ‘babası’ dendiğini. Oysa bizde ‘ana’ yücedir. “Toprak Ana”dır, “Ana Kucağı”dır, “Anavatan”dır, “Anadil”dir, “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz”dır ve “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar”dır.

İşte böyle. Batılı tıp tarihçileri 19. yüzyıla, hatta 20. yüzyılın başına gelindiğinde tıbba bir ‘baba’ bulmaya karar verince kitapları karıştırmaya başlamışlar. Bakmışlar ki insanlık var olduğu günden beri tıp da var. Tıbbın kayıtlı en eski tarihine gittiklerinde ‘baba adayı’ olarak karşılarına Mezopotamyalılar, Mısırlılar, Hintliler ve Çinliler çıkmış. Demişler; “Olmaz. Hiç tıbbın babalığı kendisi ‘eciş-bücüş’, derisi sarı, kara veya kahverengi birine bırakılabilir mi?” Bu yüzden tarihte biraz daha gerilere gitmişler. Derken gelmişler Eski Yunana. İşte size beyaz derili, güzel vücutlu, kadınları Afrodit kadar güzel, erkekleri Apollo kadar yakışıklı, anadan üryan olimpiyat düzenleyen bir ırk. Demişler; “Tam aradığımız insanları bulduk. Hem bunların sicilinde içlerinden, bilimle çatışan dinler ve peygamberler çıkartmak gibi bir ‘kara leke’de yok. Onların tanrısı Olimpos Dağında oturuyor. Her ne kadar bu Yunanlıların önemli bir kısmı bugün Türklerin yaşadığı Anadolu topraklarında yaşamış olsalar da, o kadar kusur kadı kızında da olur.” Ve başlamışlar Yunanlı bir ‘baba’ aramaya. Hepimizin bildiği gibi bu arama Hipokrat’ın ‘babalığının tescili’ ile sonuçlanmış. Batıda üretilen pek çok bilgi ve kavram gibi bu da başlangıçta herkes tarafından kabul görmüş. Ama sonraları yapılan çalışmalar, Hipokrat’ın yazdığı veya söylediği iddia edilen hemen her şeyin, hatta daha alâlarının ondan daha önceleri o sarı, kara veya kahverengi derili ‘eciş-bücüşler’ tarafından söylendiğini göstermiş. Ama bu gerçekler ortaya çıktığında Mezopotamya, yani Ortadoğu, ‘perişan ülkeler kulübü’, Hindistan ‘eski sömürge artığı’, Çin ise dış dünyaya kapalı ‘Kominizim kurbanı’ birer ülke haline gelmişti bile. Dertlerini anlatmak isteseler bile yapamazlardı çünkü çoktan Latin alfabesi muteber olmuş, İngilizce baş tacı edilmişti. Yunan dili ve alfabesi de farklıydı fakat o yine hep iltifat gördü, çünkü sonuçta Yunanlılar ‘Batılı’ idi.

Araştırmalar devam ettikçe Batıdaki tıp tarihçiler arasından bazı ‘kendini bilmezler’ çıktı ve Hipokrat külliyatı diye bilinen 60 kadar eserin yazarının Hipokrat olamayacağını iddia etti. Daha sonra derinleştirilen araştırmalar bu eserlerin dil ve üslup olarak incelendiğinde farklı yüzyıllara ve farklı kişilere ait olduğunu ispat etti. Hatta, hepimize ‘ettirilen’ Hipokrat Yemini’nin bile ‘tıbbın babası’na ait olmadığı iddia edildi. İşte bu ve buna benzer pek çok iddia ve gerçek beni bir tıp tarihçisi olarak Hipokrat’ın babalığından şüpheye, sonra da inkara ******ürdü. Aslında durum bütün babalar için aynıydı. Ne Ambroise Pare Cerrahinin babasıydı, ne de Andreas Vaselius Anatomi’nin. Ne William Harvey Kardiyoloji’nin babasıydı, ne de Antony Van Leeuwenhoek Mikrobiyoloji’nin. Hepsi tarafgir bilim tarihçilerinin, her şeyin ilkinin Batıdan çıkması gerektiği refleksinden türeyen ‘yalancı babalar’dı. Ve biraz araştırıldığında bu ‘yalancı babaların’ söylediklerinin yüzyıllar önce Doğu’nun büyük alimleri tarafında söylendiği fakat kasıtlı olarak bu gerçeğin göz ardı edeceği görülecekti.

Tabii burada ilginç olan, Batılıların bu refleksi değil, bizlerdeki kendi disiplinlerimizin tarihine karşı olan ilgisizliğimizden dolayı bu asılsız tespitlere inanmamız. Batılı tıp tarihçileri bu işi öylesine abartmışlardır ki yeryüzündeki ilk hekimin resminin bile Fransa’da Les Trois-Frères Mağarasındaki duvara resmedildiğini söylemişlerdir. Yani, aşağıda resmini gördüğünüz hayvan postuna bürünmüş büyücü hekimin biraz ilkel göründüğüne bakmayın, o da bir Fransız.

Sonuç: Siz siz olun bu baba yakıştırmalarına inanmayın. Kendi disiplininizin ‘babası’nı kendiniz araştırın. Tıbbın babası diye bilinen Hipokrat bile bir ‘masal’ olduğuna göre varın diğer ‘babaları’ siz düşünün.

aktifhaber

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...