Jump to content

Ah! Nerede O Eskİ Ramazanlar…


mavikiz

Recommended Posts

AH! NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR…

Yâr bana bir eğlence medet!... Böyle başlarmış bizim yetişemediğimiz eğlenceler. Cambazlar, hokkabazlar, macuncular, karagöz ustaları, meddahlar, iki minare arası asılan mahya ışıkları… Bir çoğu hortlatılmaya çalışılsa da “Ah! Nerede o eski ramazanlar” diyenlerin sayısı o kadar çok ki. Ben bile çocukluğumun ramazanını özler oldum.

Ramazanın gelmesiyle birlikte bizim soframıza da bereket yağardı adeta. Kapımızdan misafirin eksik olduğunu hiç görmedim. Rahmetli anneannem hurma ile açardı orucunu, babam zeytinle. Aralarındaki farkı anlamasam da, ben hurmayı inatla daha çok severdim, belki de anneannemi. Anneannem çocukluğumun hikayesiydi. Burnumda tüten o mudur, ramazan mıdır bilmem ama; ben hurmayı daha çok severdim işte.

Dedemlerin evinin bahçesinde bir erik ağacı vardı benim tırmanmayı çok sevdiğim. Kapıdan girerdiniz, leylak kokusu karşılardı burnunuzu. Gül, menekşe, orta gelirli ailelerin vazgeçilmez çiçeği fesleğen… Anneannemin avuntu çiçekleriydi. Evinden, namazından ve Kuran’ından fırsat buldukça onlara bakardı. Çocukları gibi konuşurdu onlarla. Annemin bahçeye adım atmasıydı anneannemin mutluluğunun doruk noktası. Küçük yaşta el evine vermişti ya kızını, onun içindeki hasret dinmemeliydi. Her gelişimizde aynı ışığı görürdüm onun gözlerinde. Ben kuzusuydum onun. Belki de en sevdiği kuzusunun kuzusu. Annem en küçükleriydi çocuklarının ve en erken evleneni. Anneannem hep çok özlemişti annemi.

Annem beni sekiz yıl özlemle beklemiş. Bekleyişlerinin can yoldaşı olmuş anneannem; ben doğmuşum, büyütüşünün vazgeçilmez sırttaşı olmuş.

Ona dair hatıralarım aslında hemen hemen dört yaşında başlıyor. Onun ardında namaza duruşum, kuranı merak edişim,patikleri nasıl ördüğünü yüzüm minik avuçlarımda seyredişim, helva yapmasını ilgiyle izleyişim… Anneannemin mutfağı bir başkaydı. Un helvasını öyle güzel yapardı ki… O tat çocukluğumun damak tadı haline geldi. Donuk yağı güzelce eritir, unu koyar, kavurur ve misler gibi kokutur, şerbetini de koyar ve kaşık kaşık tepsiye döktükten sonra üzerine şeker serperdi. Ah bir de, oruç tutacağım vakit ezan bir an önce okunsun isterdim sırf bu tat yüzünden. Aramızda kalsın ama, ben o helva için orucumu bile bozdum çocukken.

Dantel öğrenip ona bir baş örtüsü oyalayabileceğim zamansa, o göçmüştü bu diyardan. Artık patik örmüyor kınalı elleri. Ramazan sofralarımıza gülücükle karışık saygı getirmiyor güleç gözleri. En önemlisi de annemin gözlerinde yaş oluverdi anneannemin sözleri…

O öldüğünde yedi yaşındaydım, daha yüreği ölümü anlamayan bir çocuktum yani. Annem okul üniformamın düğmelerini iliklerken, ben onu öpmeye çalışıyordum. En sonunda ilikleyemeden atıldım ve öptüm anneannemi. O uyuyor ama gülümsüyordu her zamanki şefkatiyle. Bir daha öptüm, bir daha… sanki son öpüşüm olduğunu bilir gibi. Ama o cevap vermedi, açmadı zeytin yeşili gözlerini. O anda annem bir çığlık attı, teyzem uyandı, dedem koştu geldi ve dedem en sonunda bize o kötü haberi verdi ; “anneniz bizi bırakmış çocuklar…” annem yıkıldı, teyzem ona bir tokat attı kendine gelmesi için ve ağlamaya başladılar. Bense hâlâ onu öpüyordum, kokluyordum. Öyle güzel kokuyordu ki…İki gün sonra ramazan başlıyordu. İşte asıl o zaman anladım onun gittiğini ve gelmeyeceğini. İşte o zaman anladım ağlamayı ve ölmeyi…İşte tam da o zamandan beri “Ah! Nerede o eski ramazanlar!”…

Mavi kız / 29/09/06 / 01.44

Link to comment
Share on other sites

  • 11 ay sonra...
  • 3 hafta sonra ...

Nerde o eski "Ramazaniyeler"

Ramazan ayı, kültür ve folklorumuza zenginlikler katıyor. eski ramazanlara ilişkin bilgileri klasik edebiyatımızın kasidelerindeki, teşbip ve ramazaniye bölümlerinde bulabiliyoruz. Ramazaniyeler daha çok devlet büyüklerine ramazan ayının gelişini tebrik amacıyla sunulmuşlar.

Ramazaniyelerde çoğunlukla camilerin dolup taşması, içki müptelâlarının ve tiryakilerin tövbe edip oruca başlaması, iftar sofraları, teravih, sohbetler, camilerin mahyalarla donatılması ve ramazan eğlenceleri gibi konular işlenmiş.

Devrin hayatını canlı bin ifade ile aksettiren, Lâle Devri’nin neşeli şairi Nedim’in Veziri-i Azam İbrahim Paşa’ya yazdığı kasideden örnek vermek istiyorum.

Nedim bu kasidesinde örf ve adetlerden de söz etmişti. Bugün ancak meddah ağzı ile okunabilecek olan ramazan kasidesinden birkaç beyit şöyle:

“Bağdaten sabit olup gurre firâşında imâm,

Hâb için yatmış iken etti teravihe kıyam.

Baş kaldırmadılar öğleyedek uyhudan

Yevm-i şek zevkine hazırlanan ashâb-ı kiram.

Şu soğuk günlere bir pâre ısındırdı bizi,

Bir gün evvel erişip geldi hele mâh-ı siyâm.

...”

Mahalle imamını, bekçisini, keyif ehlini tasvir eden bu kaside bu şekilde sürüyor. Şimdi biz, sarayları, konakları bir yana bırakıp, İstanbul’un mahalle aralarına dalalım.

Türk mahallesinin en sevimli kişilerinden biri olan gece bekçisi bu ay şair kesilir, gece mahalle aralarında davulunu çalarak, halkı sahura kaldırırken, maniler de söylerdi. Bu manilerde eski Türk örf ve adetlerine ait bir yığın çizgiye rastlarız.

Folklorumuzda öylesine zengin bir mani birikimi var ki, adeta, ramazan boyunca halkımız manilerle her türlü iletişimi sağlamış.

Gerçekten öyle. Ramazan manilerinin okunması ayın görülmesi ile başlar:

“Gûş et sedayı bu gece, / Et merhabayı bu gece, / Benim devletli efendim; / Gördüler ayı bu gece.”

Evet arkasından ramazan günleri ayrı ayrı manileşirdi:

“Haktan bize geldi ihsan, / Müşkil işler âsan, / Bu gecemiz ibtidadır, / Ey mâh-ı sultan merhaba...”

Ramazanın birinci gününden itibaren her gün iftarda, sahurda değişik konulara ilişkin maniler okunurdu. Ramazanın onbeşinden sonra, artık ayrılığın yaklaşmakta olduğu hissedilir. Onbeşinde askere baklava çıkarılırmış:

“Bu gece onaltı sayı, / Gidiyor ramazan ayı, / Yeniçeri padişahtan / Aldı bugün baklavayı.”

Bekçiye ve davulcuya bahşiş daha çok Ramazan’da veriliyor olmalı. Hemen bütün konuların arasından kibarca bahşiş isteği görülüyor:

"Güle geldim evinize, / Selâm verdim cümlenize, / Bahşişimi vermezseniz / Darılırım hepinize..."

Anadolu’nun hemen her yöresinde az da olsa Ramazan okşaması adı verilen mani geleneği sürüyor. Evlerden verilecek hediyenin ve paranın çok olması için mani sözleri süsleniyor, muhatabı övülüyor:

“Koşa koşa indim geldim / Davulumu vurdum deldim / Hanenize yeni geldim / Uyan beyim güle boyan.

Evlerinin önü üzüm / Yaprakları düzüm düzüm / Uyandın mı iki gözüm / Uyan beyim güle boyan...."

Sahur manilerini çoğaltmamız mümkün. Ama biz yine bir Bektaşi fıkrası ile soluklanalım:

Ramazan girmiş. Hoca demiş ki: “Bilmeyenler sorarlar. Hoca ayın kaçı derler. Ben de bilmem ayıp olur. İyisi mi bir çömlek alayım; her gün içine bir taş atarım, soran olursa sayar söylerim.”

Düşündüğünü yapmış. Yapmış ama, muzibin biri, haber almış bunu; gitmiş çömleğe bir avuç taş doldurmuş.

Olacak bu ya, biri Hocaya: “Hoca” demiş. “Bugün ayın kaçı?” Hoca:

“Vallahi bilmem ya, çömlek yanılmaz.” Gitmiş taşları boşaltıp saymaya başlamış. Bakmış yüz kırk beş. “Ay bu kadar sürmez ya,” demiş. Dönmüş sorana: “Ay bugün yüz yirmi.”

Soran: “Hoca!” demiş; “Hiç ay yüz yirmi olur mu?” Hoca:

“Sen şükret bana” demiş. “Çömlek hesabına kalsaydı, bugün ayın yüz kırk beşiydi.

İlknur Daşdemir

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...